Hergün onlarca yeni kitap raflardaki yerini alıyor, konser salonları –en azından “barlar”- hemen hemen her akşam yerli yabancı güzel müzisyenlerle inliyor, tiyatrolar dolu dolu bir sezondan sonra tatile girmeye hazırlanıyor, amma velakin sinemalara bir türlü Japon filmi gelmiyordu. O zaman bu bünye de kendine şehirde yapacak Uzakdoğu ile ilgili bir takım faaliyetler bulmaya girişiyordu.
Ajandalar hazır ise İstanbul özelinde yakın tarihlerde bizi mest edecek iki gösteriden bahsetmek istiyorum. İstanbul Tiyatro Festivali resmi olarak 10 Mayısta başlıyor. Bu yıl 18. yılını kutlayan festival, 2012’nin Türkiye’de Çin Kültürü Yılı olması nedeniyle, tıpkı film festivalinde olduğu gibi, Çin’e özel bir bölümle seyirci karşısına çıkıyor. Üç adet gösteri ile Çin Kültürü Yılı’na katkıda bulunan festivaldeki gösterilerden biri Şangay Şarkı ve Dans Topluluğu tarafından gerçekleştirilecekken, diğeri herkese açık olarak Tünel Meydanı’nda sergilenecek olan Ejderha ve Aslan adlı sokak gösterisi. Ama beni asıl ilgilendiren gösteri ise 7 Mayıs ve 8 Mayıs tarihleri arasında Fulya Sanat Merkezi’nde vücut bulacak olan Pekin Operası. Miladı 300 yıl önceye dayanan Pekin Operası, özellikle Çin Sinemasının temel taşlarından biri olma özelliği ile önemli. Kostümleri ve müzikleri ile dramdan dövüş sanatlarına kadar birçok özelliği harmanlayan Pekin Operası’nın dövüş filmi severleri ilgilendiren bir diğer özelliği de wuxia pian ve kung fu gibi filmlerde yıldızlaşan oyuncuların birçoğunun Pekin Operası çıkışlı olmaları. Jackie Chan, Sammo Hung Kam-Bo, Angela Mao gibi nice isimlerin çıktığı Pekin Operası, ayağımıza kadar gelmişken gitmemek olmaz.
Uzakdoğu ile ilgili bir diğer etkinlik de, bu yıl 15. yılını tamamlayacak olan Uluslararası Kukla Festivali. Programda konumuzla alakalı olarak Çin menşeili Pekin Gölge Oyunu Kumpanyası tarafından gerçekleştirilecek olan Çin Rüyaları, bir çeşit modernize edilmiş geleneksel Çin gölge oyunu. Gösteri, 9 Mayıs Çarşamba Günü Fransız Kültür Merkezi’nde seyredilebilir. Kuklaya ya da Çin’e ilgi duyan bünyelerde bir kıpırdanma sezdim sanki…
Geçtiğimiz nisan ayı içerisinde sadece Japonya’nın değil dünyanın da çok satan yazarlar listesinde bulunan Haruki Murakami’nin kitabı 1Q84, Doğan Kitap’tan çıkarak, duvarlardaki eksik tuğlanın yerini aldı. Ufak bir metraj hesabına girsek, tek parça olarak basılarak, yaklaşık 1200 sayfayı bir araya getiren kitap ile duvar örmek, tuğla ile örmekten daha pahalıya gelir herhalde. Kitap gördüğünde ilk olarak sayfa sayısına veyahut kalınlığına odaklanan ‘sığ’ tiplerden değiliz çok şükür ama, insanın 1Q84’ü ilk gördüğünde maalesef aklına gelen ilk düşünce kitabın nasıl okunacağı oluyor. Şöyle elimde sıkıca tutup, 834. Sayfasını açtığım kitabın, görünenin aksine ergonomik olduğunu söyleyebilirim. Yine de kitabını yanında taşımak isteyenler için ideal olmadığı açık. İçerikten ziyade şekle odaklanıp, bu konuyu da sulandırdıysam, işlemi tamamlamışım demektir, sayın okurlar.
Bu haftalık bana ayrılan yerin sonuna gelirken, Gerekli Şeyler’in yüzümü kara çıkardığını utanmadan burada açıklıyor, Naruto ve One Piece mangalarında, kehanetimin aksine, 4. cilde kadar ulaştıklarını bildiriyorum. Yetişkinliğin bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak söylemem gerekirse, şu an için çıkan ciltleri biriktirmekle meşgulüm. Serinin sonu geldiği gün, en baştan durmaksızın okuyacağıma dair söz veririm. Aynı zamanda Ölüm Defteri’nin (Death Note) 9. cildi de okuyucusunu bekliyor. Haberiniz olsun.
Yaza girmeye hazırlandığımız şu günlerde ortam yine de hareketli sayılır, değil mi?