Geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde kitap dünyasında, Türkiye’de manga sanatı ile ilgilenenleri sevindirecek güzel gelişmeler oldu. Uzun zamandır beklediğimiz One Piece’in ilk cildi nihayet piyasaya çıktı. Yanısıra kişisel olarak hiç beklemediğim ve görünce büyük bir sürprizle karşılaştığım Death Note, piyasadan beklenmeyecek bir şekilde, hem de dört cilt olmak üzere raflardaki yerini aldı. Bitti mi? Tabi ki hayır! Bunların üstüne bir de mangayı akademik olarak ele alan bir kitap basıldı ki, insan bu mutluluk hiç bitmesin diye okumaya kıyamıyor.
Gerekli Şeyler Yayıncılık, birkaç ay evvel Naruto ve One Piece’i yayınlayacağı haberini verdiğinde, meydanlara çıkıp, konvoy yapmadık ama pek sevindik. Üstelik yaş ve cinsiyet farkıyla her iki manga için ölüp bittiğim de söylenemezdi. Ama memleket sınırları içerisinde resmi ve orijinal olarak bu tür şeyleri görmek, gerçekleşmeyecek bir hayalin gerçekleşmesi gibi bir duygu uyandırıyor insanın içinde. Fakat sevincimiz Naruto’nun yayınlanan ilk cildinin ardının gelmemesi, hemen sonrasında adı geçen One Piece’in yerinde yeller esmesi vesilesiyle kısa sürmüştü.
Ama işte geçen Pazar günü, Kadıköy sokaklarında yürürken, Büyülü bir Rüzgar beni yönlendirmiş, Büyülü Rüzgâr’ın hemen önünde konuşlanmış olan One Piece ile göz göze gelmeme neden olmuştu. Yıllar evvel Star Tv’de yayınlandığı zamanlardan bilen bilir ama, Gomu gomu no ….. meyvesini yiyerek, elastik özelliği kazanan ve küçüklüğünden beri korsan olma hayaliyle yanıp tutuşan Luffy’nin, gelmiş geçmiş en büyük korsan olan Gold Roger’ın hazinesi One Piece’i bulma hayalinin öyküsünü anlatan manga, işte nihayet ellerimizde. Bu cildi iyi saklayın, çünkü öyle sancılı bir süreçten geçti ki, devamının geleceğinden şüphe duyduğumdan, koleksiyon nesnesi haline gelebilir. (Aylardır devamı gelmeyen Naruto’nun başına geldiği gibi…)
One Piece bizi üzerken, piyasaya sessiz sedasız çıkan Death Note ile sevindik. Gelmiş geçmiş en iyi manga-animelerden biri sayılan Death Note, Akıl Çelen Kitaplar’dan çıktı. Orijinal dili Japonca’dan Hüseyin Can Erkin’in çevirisiyle, yine orijinal formatta basılan manganın dört cildi birden piyasaya verilmiş. Beşinci cildinin yolda olduğuna dair aldığım duyumlar gerçekse, zaten hepi topu 12 cilt olan manga kısa süre içerisinde tamamlanabilir. Tesadüfen yolda bulduğu Ölüm Defteri ile, toplumun refahı adına, içine adını yazdığı suçluları öldürerek kahramanlığa soyunan lise son sınıf öğrencisi Light’ın akıl almaz ve heyecan dolu hikâyesini anlatan manga serisi, etkisi dünya üzerinde soğumaya başlamışken gelmiş olsa da bu topraklara, yine de gelişmenin müthiş olduğunu kabul etmek gerek.
Mangaları aldık, dünyadan soyutlanarak okuduk. Otaku’dan hallice bir kıvama gelmeyi nihayet başardık ama benliğimizi tam kaybetmemek için ne yapmalıyız? (Bu dediğim benim gibi yaşı geçkinler için olsa gerek biraz) Bu gibi durumlarda yüzü akademik dünyaya dönmekte faide bulunmaktadır. İşte İletişim Yayınları’ndan taze taze çıkan Manga: Bir Kültürel Direniş Aracı adlı kitap tam da bu noktada imdadımıza yetişiyor. Mehmet Korkut Öztekin tarafından yazılan ve aslında sanatta yeterlilik tezi olan eser, daha önce yazarın aynı zamanda akademisyen olarak çalıştığı kurum olan Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış, ama şimdi daha geniş kitlelere ulaşma şansına sahip. Kitap, daha önce yayınlanan Suzan Napier’in Anime: Akira’dan Howl’un Hareketli Şatosu’na adlı kitabıyla birlikte Türkçe’de anime ve manga üzerine yayınlanmış en önemli kaynaklardan bir olma özelliğine haiz. Zaten şöyle bir düşününce bu iki kitaba bir de Paul Gravett tarafından yazılan Manga: Japon Çizgi Romanının Tarihi eklenebilir, o kadar.
Yazar, mangayı ele almadan evvel köken arayışında Japon resim sanatına eğilmiş ilk olarak. Resim sanatı içerisinde “manga” kavramının ilk çıkışından başlayarak, “çizgi roman” olarak yükseliş dönemlerine tarihsel bir bakış attıktan sonra, tıpkı Napier’in kitabındaki gibi manga tarihi içerisinde oldukça önemli konumda olan mangalardan bazılarını belli başlıklar altında incelemiş. “Manga ve Animelerde İnsan, Teknoloji ve Çevre Tasvirleri” ile “Mangada Gelenek, Tarih ve Toplum” olmak üzere iki ana bölümde ele alınan mangalar arasında bilim kurgu kategorisinde Astroboy, Uzay Savaş Gemisi Yamato, Superfortress Macross, Evangelion vb. ile olmazsa olmaz Hayao Miyazaki’nin türe göz kırpan anime-mangalarına yer verilmişken, Japon tarihini ve yıkımlarını kendilerine arka plan alan Yalınayak Gen, Ateşböceklerinin Mezarı, Blade of Immortals vb. gibi anime-mangalara yer verilmiş.
Bir kere daha yinelemek gerekirse, söz konusu metin özünde bilimsel bir tez olması hasebiyle, konuya, genel okuyucular açısından biraz ağır gelen bir dil ile başlamış ve de “yumuşak güç” kavramı üzerinden dünyaya ve Japonya’ya bakmışsa da, tembel okuyucunun konunun özüne ulaşabilmek için biraz daha sabretmesini salık veririm. Kitapta ele alınan manga örnekleri, koskoca manga-anime evreninde küçük bir yer tutsa da, okuyucu olarak içeriğin neden bu kadar kısıtlı tutulduğu konusunda bir rahatsızlığım olmadı doğrusu. Her ne kadar kitabı okuduktan sonra mesela shoujolara fazlaca yer verilmeme nedenini şöyle bir düşündüğümde, kitabın başlığı bu soruma yeterince açık bir cevap veriyordu. O yüzden sıradan okuyucunun da bu kitabın bir “manga nedir, ne değildir” den daha çok, manganın Japon tarihi ve toplumu içerisindeki yeri, özellikle II. Cihan Harbi sonrasında yükselişi ve dünyaya yansıyışı olarak ele alınmasının doğru olacağı kanaatindeyim.
Şu günlerde yaşadığımız manga atağının devamı gelir mi bilmiyorum doğrusu ama içimde çoktan bir umut yeşerdi işte…