İşin ilginç yanı Gene Roddenberry bir bilimkurgu klasiği yaratmayı hayal etmiyordu. Evet, arka plan olarak uzayı kullanacaktı ama sonuçta aklındaki klasik bir Western dizisi çekmekti. 11. Uzay Yolu filmi Star Trek’e bakınca insanın bunlara inanası gelmiyor…
Roddenberry’nin 1960’ların ilk yarısında ortaya koyduğu fikrin merkezinde yıldızlar arası seyahat eden bir araç konvoyu vardı. Tıpkı Jonathan Swift’in Güliver’in Seyahatleri eserinde olduğu gibi konvoy yolculuğu süresince türlü çeşit maceralara ve gizemlere savrulacaktı. Fikrin diğer can damarı ise her maceradan etik bir ders çıkarılacak olmasıydı. İnsan merak etmekten kendini alamıyor, bu çorbadan tüm zamanların en çok sevilen bilimkurgu dizilerinden biri nasıl doğmuş diye…
Ordunun ardından özel sektör için pilotluk yapan, İstanbul’dan kalktığı bir uçuşu kazayla nihayetlenen, ardından pilotluğu bırakıp polis gücüne katılan ama ailesini geçindirmek için tam zamanlı yazarlığa başlayan Gene Roddenbery projesini stüdyolara Yıldızlara Konvoy (Wagon Train to Stars) ismiyle sunuyordu. Bu futuristik hikayede parçalar zamanla yerine oturdu. Özetle şuydu:
21. yüzyılın ortalarında patlak veren küresel bir nükleer savaşın ardından insanlık küllerinden yeniden doğmuştur. Artık Warp Sürüşü (Warp Drive) denen itici güç sayesinde uzayda ışıktan hızlı seyahat edebilecek bir teknoloji düzeyindedirler. Volkanlılar’ın Dünyalılar’la temasında da etkili olur bu gelişme. Volkanlılar 5 Nisan 2063’te gerçekleşen ilk warp uçuşunun bıraktığı izi takip ederek tanışırlar uygarlığımızla. 22. yüzyılın ortalarına gelindiğinde insanlara göre çok gelişmiş olan Volkanlılar’dan öğrenilenlerle hem teknolojik, hem de mental açıdan adeta evrim geçirmiş bir toplum oluşmuş durumdadır. Paranın, kapitalist düzenin hükmünün kalmadığı bu toplum, uzaydaki diğer ırklarla bir araya gelip Birleşik Gezegenler Federasyonu’nu oluşturmuşdur. Federasyon’un Yıldız Filosu’nda görev alan Atılgan’ın (Enterprise) mürettebatı bu toplumun temsili bir minyatürüdür bir anlamda. Bu mürettebatın görevi ise görevi yeni keşifler, yeni bilgiler için uzayın derinliklerine yolculuk etmektir. Daha doğrusu dizinin mottosunda söylendiği gibi “daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere cesurca gitmektir…”
William Shatner (Kaptan Kirk), Leonard Nimoy (Mr. Spock), DeForest Kelley ( Dr. Leonard “Bones” McCoy), James Doohan (Montgomery Scott), Nichelle Nichols (Uhura), George Takei (Hikaru Sulu) ve Walter Koenig’in (Pavel Chekov) başrolünde olduğu orijinal Uzay Yolu (Star Trek) üç sezon boyunca (1966-1969) devam eden popüler bir dizi olmayı başardı. Dizinin türevleri ise farklı isimler, farklı mürettebat ve farklı gemilerle de olsa 2005 yılına kadar televizyonlarda gösterilmeye devam etti.
Uzay Yolu’nun ilk sinema filmi sinemalarda boy gösterdiğinde tarih 7 Aralık 1979’du. Dizileri gibi Uzay Yolu filmlerinin de ardı arkasının kesilmediğini söylemek mümkün. Lost ve Alias dizilerinin yaratıcısı J.J. Abrams’ın yönettiği, 2009’un önemli filmlerinden biri olmaya aday Star Trek bu serinin 11. filmi.
“Ben hiçbir zaman bir Star Trek filminin ‘doğru’ versiyonunun nasıl olması gerektiğine dair beklentileri ya da kısıtlamaları olan türden bir Star Trek hayranı olmadım,” dedikten sonra film ile ilgili şu önemli açıklamayı yapıyor Abrams, “Zaten bu filmi sadece kendini adamış hayranlar için yapmadım. Bu film daha önce perdeye yansımayan bir on yıllık dilimi anlatıyor, ama seyrettiğinizde, beklediğiniz gibi ilerlemeyecek ve daha önce anlatılanların tekrarı olmayacak. Bu film eskiye dayanan bir şeyin çok yeni bir şekilde ele alınması.”
Abrams’ın sözünü ettiği, Kirk’in haylaz bir çocuktan acar bir delikanlıya, sonra da gözüpek bir subaya dönüşmesini kapsayan dönem. Trekkieler (dizinin azılı hayranlarına verilen ad) için en can alıcı nokta ise hikayenin Kirk (Chris Pine) ile Mr. Spock’ın (Zachary Quinto, Lost’un Sylar’ı) ilk karşılaşmalarına sahne olması. Yalnızca onların değil, orijinal diziden aşina olduğumuz diğer mürettebatın da gençliklerine tanık oluyoruz filmde.
Star Trek’e gidecekleri kimi zaman Star Wars filmlerini aratmayacak fantastik bir görsel şölenin beklediğini söyleyebiliriz. Sürükleyicilik ve heyecan konusundaki beklentileri de karşılık bulacak. Fakat klişelerin dışına çıkan bir hikaye bulmak mümkün olmayacak. Filminin bulmacalı konusunu dizilerinde, özellikle de Lost’da kullandığı türden zeka oyunlarıyla kurgulayan Abrams, kendine hedef kitle olarak çabuk tüketen, izlediklerinin üstünde durup düşünmeyecek kadar sabırsız genç kuşağı seçmiş. Filmi zekası ve duygusu Smallville, Bufy, Angel gibi dizilerin çizgisinde. Yine de kendimizi akışına bırakırsak salonda olduğumuz süre içersinde iyi vakit geçireceğimiz kesin.
*1973 yılında Altın Kitaplar tarafından yayınlanan James Blish imzalı Uzay Yolu kitaplarının arka kapak yazısından…
Sonradan not: Kutlukhan Kutlu ile konuştuk film hakkında. Benim atladığım çok önemli bir ayrıntıyı hatırlattı bana. Uzay Yolu’nun çok önemli bir çıkış noktası vardır. İnsanoğlunun keşfetme, yeni şeyler öğrenme güdüsü ve bu güdünün tetiklediği bilimsel gelişim. Nedir mottosu zaten dizinin: “To boldly go where no man has ever gone before.” Yani, insanoğlunun daha önce gitmediği yerlere cesurca gitmek. Son filmde bununla ilgili ne var peki? Hiçbirşey. Uzay Yolu’nun ruhuna uygun bir film olmadığı için bile üstü çizilebilir Star Trek’in.