5 yeni filmin görücüye çıktığı bu haftaya (iki yerli film de dahil olmak üzere) aksiyonun damga vurduğunu söyleyebiliriz. Sanat sineması adına iyi bir örnek arayanlar umduklarını bulamayacaklar, ama dev perdede heyecan arayanlar da büyük beklentiler içine girmemeli. Bu hafta en öne çıkan film, büyük bir kitlenin beğenisini kazanan Behzat Ç. karakterini sinemaya taşıyan Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm. Herkese iyi seyirler…
Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm
[xrr rating=3/5]
Yönetmen: Serdar AkarSenaryo: Serdar Akar, Emrah Serbes Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Fatih Artman, İnanç Konukçu, Berkan Şal, Tardu Flordun, Cansu Dere
Yapım: 2011, Türkiye
Behzat Başkomser’in aklının iyice git-gel olduğu dönemlerdir. Halüsinasyonlar, kabuslar peşini bırakmamaktadır. Bu sırada işlenmeye başlanan seri cinayetler de kabusvaridir. Sonradan bir trafik polisinin annesi olduğu anlaşılacak yaşlı bir kadın canlı canlı Ankara’nın ortasındaki bir parka gömülmüştür. Katilin kendine Red Kit diyen bir psikopat olduğu düşünülmektedir. Ama ortada anlaşılmayan bir nokta vardır: cinayet nedeni. Polis yakınları öldürülmeye devam eder ama “motivasyon” hala belirsizdir. Cinayet Büro katile yaklaştıkça bu cinayetlerin polis içindeki bazı karanlık oluşumlarla bağlantılı olduğunu keşfedecektir.
Önce iyi haber: Behzat Ç. dizisinin hayranlarını hayal kırıklığına uğratacak bir durum yok ortada. Filmi keyifle izleyebilirler. Dizi sayesinde çok sever hale geldiğimiz “kara-komik” ana karakterlere bol bol gülebilirler. Ancak Behzat Ç.‘nin sinema filminin efsaneyi dizi boyutundan alıp bir adım daha ileri götüreceğini hayal edenlerin hevesleri kursaklarında kalacak. Behzat Ç.‘nin sinema filmi herhangi bir dizi bölümünden farklı değil. Serdar Akar bu değerli malzemenin üstüne bir şey koymadan önümüze servis etmiş. Hatta hikaye olarak bundan daha iyi dizi bölümlerini izlediğimizi söyleyebilirim. Görsel açıdan da bir sinema duygusu veren film değil Behzat Ç. Dizideki yan karakterlerin filmin hayrına değil vefa uğruna yer aldığını fazlaca hissediyorsunuz. O karakterlerin varlıklarının o anda pek de önemi yok, dizideki gibi tamamlayıcı değil, aksine dikkat dağıtıcılar. Kameranın onları da kadraja almak için ekstra çaba sarf ettiği çok belli oluyor.
Daha da önemlisi dizinin yeni gerçekçi akıma yaklaşan o hayatın içindenliğinin kah dozu kaçan Red Kit katalizörü kah da roman-sinema doğasının farklılığı yüzünden ıskalanması. Roman okurken göz görmediği için “akıl bazı şeylere katlanır,” katlanamadığı kimi yerlerde alternatif üretir, ama sinemada böyle olmuyor ve daha fazla inandırıcılık bekliyorsunuz. Birinin insanlara görünmeden o parklara koca tabutlar gömmesinin çok fazla ikna edici olmaması gibi mesela.
[ Landlord ]
Anadolu Kartalları
[xrr rating=1.5/5]
Yönetmen: Ömer VargıSenaryo: Hakan Evrensel Oyuncular: Engin Altan Düzyatan, Çağatay Ulusoy, Hande Subaşı, Özge Özpirinççi, Alpay Kemal Atalan
Yapım: 2011, Türkiye
Ömer Vargı’nın yönettiği Anadolu Kartalları, tecrübeli bir yönetmenden beklenmeyecek kadar eksikliklerle dolu ve sinemasal anlamda tatmin edicilikten oldukça uzak. Filmin en önemli handikapı elle tutulur bir öyküsünün olmaması. Bir proje filmi olan Anadolu Kartalları Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. kuruluş yılı vesilesiyle çekildi. Bu amaca uygun olarak film boyunca bol bol uçak görmek mümkün, ama bu uçaklar belli bir hikaye çerçevesinde değil de, gerçekten havada uçuyorlar ne yazık ki.
Film boyunca bir grup gencin askeri pilot olma süreçleri, bu süreçte aldıkları eğitim anlatılıyor. Bu eğitim sürecinin anlatıldığı senaryo o kadar dağınık ki, hikayeyi renklendirmek ve de dramatize etmek için senaryoya dahil edilen aşk hikayesi bile havada kalıyor. Koca bir uçak filosu filmin hizmetindeyken, gönül isterdi ki elle tutulur bir yapıt çıksın ortaya. Diyaloglar düzgün, oyunculuklar inandırıcı olsun. Ancak Anadolu Kartalları, sinemaya yeni adım atan tecrübesiz birinin çektiği ilk film kadar amatör. Senaryoyu sürükleyici kılacak olan en ufak bir çatışma, karşıtlık durumu yok filmde. Eğitimlerini tamamlayan gençlerin bir kısmı eleniyor, bir kısmı pilot olup, akrobasi takımı olan Türk Yıldızları’na katılıyor filmin sonunda.
Film boyunca iki gerilim anı var, daha doğrusu öyle olması için çekilmiş iki sahne var ve ikisi de oldukça komik. Birincisinde uçaklardan birinin başına bir kaza geldiğini anlıyoruz, herkes alarma geçiyor, ambulanslar, helikopterler falan hazırda bekliyor. Ancak uçak yaratılan gerilimin aksine hiçbir pürüz olmadan piste iniyor. İkincisi de havada iki uçağın “az daha çarpışıyorduk” durumuna gelmesi. Binbir çeşit teknolojik aygıtla donatılmış, yerdeki görevlilerle sürekli irtibat halinde olan uçakların pilotları, çarpışma tehlikesini sanki trafikteki bir arabadaymış gibi camdan bakarak anlıyorlar, ve adeta son anda direksiyon kırıp kazadan kurtuluyorlar. Tek eksiklikleri camı açıp el kol hareketi yapmamaları ve küfür etmemeleri.
Başarısız bir film olmasına rağmen, Anadolu Kartalları son günlerde yaşanan çeşitli gerginliklerin ve yükselen milliyetçi damarın üstüne denk geldiği için, muhtemelen gişede belirli bir başarıya ulaşacaktır. Böylesi filmlerin başarısı da, benzer şekildeki özensiz filmlerin tekrar tekrar karşımıza çıkmasını sağlayan yegane unsur ne yazık ki.
[ Turgay Özçelik ]
İkili Oyun
The Double
Yönetmen: Michael BrandtSenaryo: Michael Brandt, Derek Haas Oyuncular: Richard Gere, Odette Annable, Stephen Moyer, Topher Grace, Martin Sheen
Yapım: 2011, ABD
Bir Amerikan senatörünün ölüm şekli, gizemli Rus casus Cassius’un yöntemlerini hatırlatınca, yıllar önce onu öldürdüğünü düşünen emekli CIA ajanı Paul Shepherdson (Richard Gere) ve liberal görüşlere sahip genç ajan Ben Geary (Topher Grace)’den müteşekkil bir ekip kurulur. Birbirleri ile geçinemeyen iki ajan araştırmalarını ilerlettikçe Cassius’un aslında sandıkları kişi olmayabileceğini düşünmeye başlarlar.
Michael Brandt ilk yönetmenlik denemesinde, Soğuk Savaş’ın izlerini günümüze taşımak gibi özgünlükten uzak bir fikri Richard Gere’ın karizması ve Topher Grace’in enerjisiyle taşıyabileceğini düşünmüş olmalı. Yurtdışındaki eleştiriler, hikayesindeki derinliğin farkında bile olmayan filmin vasat bir seyirlik olduğu yönünde.
Br. Bean karakteri ile meşhur olan Rowan Atkinson, 2003 tarihli Johnny English‘in devamında Asya’da münzevi bir hayat yaşarken karşımıza çıkıyor. Shaolin Manastırında ruhsal ve fiziksel olarak nirvanaya ulaşırken Çin Cumhurbaşkanı’na düzenlecek suikasti engellemesi için tekrar göreve çağrılıyor.
Bildik bir James Bond parodisi olan Johnny English’in Dönüşü, Pempe Panter ile zirvesine ulaşmış hareket komedisine dayalı bir patlamış mısır eğlenceliği. Komedide hakimiyetin Judd Apatow tarzına geçtiği bir çağda, bir iki kahkaha uğruna bu filme para vermeye değer mi, orası tartışılır.
Zamana Karşı
In Time
Yönetmen: Andrew NiccolSenaryo: Andrew Niccol Oyuncular: Amanda Seyfried, Justin Timberlake, Alex Pettyfer, Cillian Murphy
Yapım: 2011, ABD, 109 dk.
90’ların iki önemli filmi, Gattaca (1997)’nın senaryo ve yönetmenliğine, The Truman Show (1998)’un da senaryosuna imza atan Andrew Niccol, S1m0ne (2002) ile girdiği duraklama döneminden sonra Lord of War (2005) ile belli bir beğeni toplamıştı. Filmografisine dikkat edildiği zaman ayrıcalıklı bir zümrenin dışındaki insanların hor görüldüğü ya da bir piyon gibi kullanıldığı sisteme (evet, kapitalizm) karşı eleştirel tavrını gözden kaçırmak mümkün değil. Son filmi Zamana Karşı da temel olarak yine sisteme karşı mücadele eden bir kahramanın hikayesi.
Gelecekte insanların yaşlanmasına sebep olan gen tespit edilmiş ve herkesin fiziksel olarak 25 yaşında kaldığı bir dünya yaratılmış. Ancak nüfusun kontrolden çıkacak derecede artmasını engellemek için insanlara bir sayaç yerleştirilmiş, sayaç sıfırlanınca da ölmesi sağlanmış. İnsanların ömürlerinden zamanı dilediği gibi alıp verebilmesi, sosyal adaletin olmadığı dünyada yine zenginlerin işine yaramış, fakirler sokaklarda yaşayacak bir gün daha dilenirken, zenginler sonsuzluğa yelken açmışlar. Kahramanımız Will Salas (Justin Timberlake) işlemediği bir cinayetten suçlanınca kurtuluşun sistemi çökertmekten geçtiğini anlayıp yolu zengin kızı Sylvia Weis (Amanda Seyfried)’la kesişen bir maceraya atılıyor.
Hikayedeki Philip K. Dick tınısı ne kadar hoşa gitse ve yönetmenin geçmişi belli bir teminat verse de kovalamaca vurgusu beklentileri çok yüksek tutmamamız gerektiğini sezdiriyor.