“Ne yapıyoruz?”
“Arayacağım seni geriye Pierre. On dakika falan sonra.”
Telefonumu pantolon cebime koyup tişörtümün bel kısmıyla burnumu kapattım. Koku dayanılır gibi değildi. Otuz metre ötede baş yardımcım Karim’i görmüştüm. Ağır havaya aldırışsız sakin adımlarla bana doğru yürüyordu.Yaklaştığında ellerinin ve ceplerinin boş olduğunu farkettim. Finale ulaşmıştık sonunda.
Tanrının kutsal kitaplarda bahsini ettiği cehenneme çok benzeyen bir yer burası. Gana’nın başkenti Akra’daki Agbogbloshie adlı e-çöplük. Kocaman kamyonlar sabah akşam demeden tonlarca eski bilgisayarı, televizyonu ve diğer elektronik eşyaları buraya boşaltıyor. Her tarafta geriye metal kazanımı için yakılmış ateşler var. Ateşi beslemek için yanabilecek her şey, en çok da eski lastikler kullanılıyor. Kokunun keskinliğini ve iğrençliğini hayal edebilirsiniz.
Adım Andre. Andre Concourt. Kırk bir yaşındayım. Bana yılda ortalama yarım milyon euro kazandıran bir transport firmasının sahibiyim. Burada ne işin var diyeceksiniz. Haklısınız. Karım Isabel yüzünden şu anda dünyada olmayı istediğim son yeri, Agbogbloshie cehennemini solumaktayım.
Isabel 2009’da beyin kanamasından öldü. 33 yaşındaydı. Paris’te tanınmış bir çocuk hastalıkları uzmanıydı. Kendi damarlarına hakim olamadı. Yazık.
Sekiz yıldır evliydik. Daha önce bayağı güzel ve ateşli sevgililerim oldu. Isabel’i hiçbiriyle kıyaslamam mümkün değil. Tutku denen şeyi onunla yaşadım. Öyle vamp bir tipi yoktu. Ortalama bir cazibeye sahipti. Kızılımsı kumral, çilli yüzlü, hoş bir kadındı. Yüzünü seyretmeye doyamazdım. Bazen işyerimden uygun saatlerde çıkar Isabel’i takip ederdim. Kadını doktor arkadaşlarıyla ya da yalnız, yürürken, manavda elmaları tek tek ellerken, arabasına binerken izlemekten inanılmaz bir zevk alırdım. Gece beraber yattığım kadının voyeur’üydüm aynı zamanda. Bunu yaparken beni birkaç kez yakaladığı için hobimin farkındaydı. Üzerine de konuşurduk bazen. Ona olan tutkum özgürlüğünü asla sınırlamadığı için sorun yoktu. Hoşuna gidiyordu hatta.
Hiçbir zaman kadına sadece para değeri yüksek bir hediye vermedim. Zevkini iyi tanıdığım için dükkân dükkân gezer ilginç, üsluplu ve şaşırtıcı hediyeler bulurdum. 18. yüzyıldan kalma bir kolye, okumayı çok sevdiği bir yazarın en ünlü kitabının ilk baskısı, koleksiyoncuların vitrinlerinde kenarda köşede keşfedilmeyi bekleyen bir broş. Hediye olarak elmas küpeler verilecekse bunun muhafazası yine bu tür antik bir kutu olurdu. Sevişmek için daima onun en çok istekli olduğu anları seçerdim. Bir çeşit Isabelölçer olmuş çıkmıştım zamanla.
Karımı doğduğu şehir olan Paris’in toprağına verdikten sonra zor anlar geçirdim. İşlerimin yoğunluğu kendimi dağıtmamamda çok yardımcı oldu. Hâlâ yasını tutuyorum. Her şey böyle gitseydi, kendime yeni bir hayat da kurabilirdim ama, geçen ay karımın cep telefonundaki fotoğraflara bakarken bir şey keşfettim. Sayıları birkaç yüz tane olduğu için daha önce gözümden kaçmıştı. Isabel ölmeden iki ay önce Georges Mattis ile buluşmuştu. Telefonu verdikleri biri onları bir arada görüntülemişti. Nişanlıyken bir ara sıkça gittiğimiz Cafe De Soussa’nın önünde.
Karımı gözlemlerken bir defasında Georges ile beraber yürüdüklerine tanık olmuştum. Latin Quarter’ın oralarda bir yerde. 2008’in sonbaharıydı. Tepelerinde seks ilişkisi bulutu yoktu. Yan yana yürürken elleri, ya da bedenleri birbirine değmek için sabırsızlanmıyordu. Isabelölçerim hassastır. Bunlar olsa hemen hissederdim inanın. Liseden arkadaştılar. Georges da doktordu. Evliydi ve bir çocuk babasıydı üstelik. Daha sonra bir gün bahsi geçtiğinde onu bir daha görmediğini söylemişti.
Isabel, lisedeyken Georges ile bir süre ilişki yaşadığını daha ben onları görmeden çok önce, ilk tanıştığımız sıralarda kendisi anlatmıştı. Gizli bir şey değildi yani. Yeniden filizlenmeydi beni ilgilendiren mesele.
Paranın satın alamayacağı şeylerin listesi pek sınırlıdır malum. Uygun adamları buldum. Georges’un evine hırsız gibi girip bilgisayarlarını götürdüler. Harddisklerde bir şey bulunamadı. Çünkü adam aradan geçen zamanda eski dizüstü ve sabit bilgisayarını yenilemiş ve eskilerini elden çıkarmıştı. Karımın evdeki dizüstü bilgisayarında da bir bilgi kıymığı yoktu. İşyerindeki bilgisayarının hardiskini kontrol için de birini ararken karımı ölmeden belki birkaç gün önce işyerindeki bütün bilgisayarların yenileneceğini, eskilerin gelişmekteki ülkelere hibe edileceğini söylediğini hatırladım.
Georges’un ve karımın kullandığı eski bilgisayarların peşine düştüm. O fotoğrafı karım ölür ölmez keşfetseydim izlerini hemen bulurdum ve yolum Agbogbloshie denen yere düşmezdi. Ama aradan iki yıl geçmişti neredeyse. Adamlarım Paris civarındaki eski, ama çalışır durumdaki bilgisayarların önemli bir bölümünün yardım amacıyla hibe şeklinde Gana’ya yollandığını bulguladı. Bu listede karımın çalıştığı klinik de vardı. Agbogbloshie gerçeğiyle o zaman tanıştım.
Her yıl içinde dünya çapında 98 milyon mobil telefon, 25 milyon televizyon, 40 milyon bilgisayarın çöpe gitmesi gerekmekteydi. Başlangıçta gerçekten iyi niyetlerle hibe şeklinde yollanan elektronik aparatlara bu çöpler de dahil edilmeye başlanmıştı. Yılda 40 milyon ton elektronik çöpün bir yerlere atılması gerekmekteydi.
Agbogbloshie bunlardan biriydi. Burada ilkel denebilecek yöntemlerle eski elektronik aletlerden geri dönüşüm işi yapılmaktaydı. Akra’nın havası ve suyuna bu nedenle kurşun, civa, kadminyum, talyum, berilyum, arsenik, bakır gibi zehirli metaller karışmıştı. Siyanür de cabasıydı. Burada çoğu çocuk olan işçiler çöplükten bu metalleri elde edebilmek için sabah akşam bu havayı soluyorlardı. En iyimser tahminle on, on beş yıllık ömürleri vardı önlerinde. Karim de bunlardan biriydi. 15 yaşındaydı ve daha şimdiden ağzındaki dişlerin bazıları dökülmüştü.
Bir ayı aşkındır Akra’dayım. Kaldığım otel kılimalı ve bu atmosferden en uzak köşede, ama yine de felaketin kokusu hissedilmekte. Dün kesin sonuca ulaştık. Yarın buradan ayrılacağım. İstediğim şeyi dün akşam elde ettim.
Agbogbloshie’de sadece e-çöplük ve metallerin geri kazanılması işi yapılmıyor. E-bilgi hırsızlığı da pek popüler. Yüzbinlerce hardiskin barındırdığı bilgileri hayal edebiliyor musunuz? Özel hayatlar, şirket sırları, politik yazışmalar vb. bunların hepsi açık artırmada. Çeteler hardiskleri inceliyor ve bilgileri klasifize ediyor. Sonra da bunları satışa çıkartıyor. Aracılar hangi bilgiyle kimin ilgileneceğini çok iyi biliyor. Kimbilir bu sayede kimlere şantaj yapılıyor, hangi şirketlerin bilgileri çalınıyor, hangi politikacıların eylemlerine gem vuruluyor.
Beni ilgilendiren Georges Mattis ile karımın haberleşmesiydi. Kimin ne yazdığı yani. Bunun için acaip para döktüm. Küçük bir ordu kiraladım neredeyse. Önce Paris’ten gelen e-çöpün yerini tespit ettim. Gemi konçimentolarının kopyalarını ele geçirdim. Bunlar çok yararlı oldu. Diğer yandan bilgi hırsızları işleri kolaylaşsın diye çöpleri geldiği yere ve tarihe göre depolamakta. Bu çetelerden en gözdesiyle anlaştım. Aradığım hard diskler bulunur ve bilgisi sağılırsa 10.000 euro ikramiye vermeyi vaat ettim. İşi yapanlara haftalık ücret de ödüyordum haliyle.
Dün Isabel’in işyerinde kullandığı bilgisayarın hardiskine ulaştık. Karım Georges’nin normal mail adresine değil, adamın sadece karımla haberleşmek için açtığını tahmin ettiğim bir adrese yollamıştı. Hardiskdeki kayıtlar önceden silinmesine rağmen bütün bilgileri öksürdü.
Sevgili Isabel, seni tekrar gördüğüm için çok mutlu oldum. Bana uzak durmana rağmen. Belki haftaya bir zamanlar gittiğimiz kafede buluşabiliriz. Kendimi yaşlı biriymişim gibi eski anılara bağlanmış hissettiriyorsun bana. Yeniden canlanan anılar, geleceğe umutla bakmamı sağlıyor.
Ah Georges, seni görmek her zaman güzel. Yalnız gizlice buluşamam. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Sevdiğim biri var. Kalbim onun evinde.
Ben de isterdim kalbimin kendi evimde atıp durmasını. Benimki bahçede köpek boklarıyla bezeli toprağa gömülü. Ne demek istediğini anladım Isabel. Seni rahatsız etmediğimi umarım. Raslantıyla karşılaşmak üzere. Seni her zaman seven Georges.
Raslantılar hayatın neşe tozları…
‘Raslantılar hayatın neşe tozları…’ satırı karımın hayatında yazdığı son satırdı. 4 Kasım 2009’da 13.51’de yazılmaya başlamış ve yarım kalmıştı. Çünkü karım tam o saatlerde klinikteki odasında yere yığılıp kalmıştı.
Dün karımın yazdıklarını okurken kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağladım. Kalbi benim evimdeydi. Son nefesime kadar orada kalacak. Kendimi ne kadar mutlu hissettim tahmin edemezsiniz. İş umduğum gibi sonuçlanmıştı. Vicdanıma yük olacak bir eyleme girmek zorunda kalmayacaktım.
“Patron, bunlar son. Başka Paris bilgisayarı yok şu anda.”
Bildiği yüz kadar kelimeyle bayağı akıcı ve anlaşılır Fransızca konuşabilen Karim’in üzerinde kahverengi şort, açık gri renkli tişört vardı. Bir seksen boyunda yağız yapılıydı. Ayağındaki benim hediyem olan mor bağcıklı, beyaz, yepyeni spor ayakkabıları yeni dönemin başlangıcını simgeliyordu. Bunu ona bir hafta kadar önce vermiştim. Bugün ilk kez giymesi boşuna değildi.
Cebimden otuz adet yüzlük dolardan oluşan tomarı çıkarıp uzattım. “Artık bitti.”
“Sağol patron. Şükran.”
Karim’in gözleri üç bin megabitlik sevinç enerjisiyle parlamaktaydı. Üç bin dolar bu ülkede çok büyük bir miktardı, ama delikanlı son sentine kadar haketmişti. O ve yönettiği çocuk çetesi olmadan bu harddiskler bulunamazdı.
“Söz verdin bana Karim.”
Karim biraz burukça gülümseyerek içini çekti ve “Sözüm söz patron,” dedi.
Dün gece delikanlıya bu çöplüğü terk etmesi koşuluyla fazladan ücret ödeyeceğimi söylemiştim. O da buradan kurtulmayı çok istiyordu. Bu para Agbogbloshie’de, o da şansı yaver giderse iki, üç yılda ancak kazanacağı miktardı. Ülkenin her yerinden daha az ücretle çalışmaya hazır Karimler buraya akın etmekteydi. Rekabet giderek sertleşmekteydi yani. Delikanlının kimsesi yoktu. Akıllıydı. Cehennemi bizzat yaşamıştı. Dile yetenekliydi. Üstünü başını düzeltip çalışmak için turistik otellere başvurmasını tavsiye etmiştim. Bu parayla kendini kurtarmayı başaracağına inanıyordum.
“Au revoir Karim.”
“Au revoir Boss.”
Pis havaya falan boş vererek beni bekleyen cipe gittim. Georges’in bilgisayarının hardiskini aramanın bir alemi kalmamıştı artık. Büyük bir ihtimalle Paris’teydi hâlâ. Georges’un gizli mail adresini biliyordum artık. O tarafı da araştırabilirdim istersem. Ganalı şoförüm Halil beni bekliyordu.m Geldiğimi görünce motoru çalıştırdı.
“Gidelim mi sahip?”
“Gidelim,” dedim.
Otel yolunda az önce beni Paris’ten arayan Pierre’e telefon ettim ve Paris-Lyon seferini iptal ettiğimi söyledim. Isabel’in hardisk kayıtları ehvendi. Georges’un kaza süsü verilerek temizlenmesine gerek kalmamıştı.
Unutmayın, Agbogbloshie affetmez. O bizle ilgili çok şey biliyor.