İlkokulda öğrettiler hepsi birbirinden önemli beş duyumuz olduğunu. Bunlardan iki tanesi dünyayı ve hayatı entelektüel açıdan kavrayabilmek için diğerlerinden çok daha fazla işimize yarıyor: Görmek (okuyoruz, izliyoruz, tanık oluyoruz) ve duymak (dinliyoruz, öğreniyoruz). Bize altıncı bir duyumuzun daha bulunduğunu, onun da “empati” olduğunu öğretselerdi keşke ilkokulda. Empati yeteneğiniz yoksa bu iki duyunuz hiçbir işe yaramıyor çünkü. Empati kuramayan insan istediği kadar duysun, görsün, bunları entelektüel bir değere dönüştürüp hayatı kendi ve başkaları için zenginleştiremez. Empati yoksunu insan için bir “biz” vardır, bir de “öteki”. Empati yoksunu insan güce tapar. Güçlünün yanında olup ötekine hükmetmek ister. Ya güçlü bir lider bulur peşine takılır, ya güçlü bir takım bulur taraftarı olur, ya da güçlü bir ideolojiye adar kendini. Güce tapan bu insan, hasbelkader, kendisi gücü temsil eden bir figür haline gelirse bu kez kendine tapmaya başlar. Artık herkes ona biat etmek, saygı göstermek zorundadır. Aksi taktirde sertleşir, küstahlaşır, hakaret eder, kırar döker. İşler böyle yürümeye başladığında da…
– Kardeşim, izin vermediler bi ağız tadıyla güneşleneyim, ısınsın iliklerim göysüm göbeğim. Her önüne gelen düzeltiyor beni, sonra iki saat uğraş yine ters dönmek için. Ben gelip habire sahilde çevirsem sizi hoşunuza gider miydi? Yüzde elli bronz dönerdiniz tatilden… Yok, yok! Empati diye bişi yok bu insanlarda!