Sevgili ninja,
Bu aralar üzerine afiyet bende bir yoğunluk, bir yoğunluk. Ailevi sebeplerden dolayı memlekete yapılan ziyaretler, Ankara Film Festivali misafirliğimiz, mezun olduğumuz liseye dergi hazırlama (öyle böyle dergi değil ama, süper, hem de bir iki istisna hariç amatör yazarlarla) senle bir türlü karşılıklı oturup sinema sohbetleri edemedik. Ama sakın ha film seyretmiyorum zannetme bu yoğunluğuktan kelli. Ne vizyondan geri kalıyorum, ne festivalden.
Mesela dün şu üşengeç bünyemi alıp festivale götürdüm inanabiliyor musun? Üç tane de film seyrettim söylemesi ayıp. Üçünü de “göysümü” gere gere önerebilirim. Hatta birini önermenin ötesinde ödev olarak vermekteyim sana: Yes Men Dünyayı Kurtarıyor / The Yes Men Fix The World. Dünyanın genel gidişatına bizim gibi itirazı olan ve bu konuda bir şey yapılması gerektiğine inana herkesin seyretmesi gerekiyor.Dünyanın gidişatı derken, yanlış anlaşılmasın dünyada bir sorun yok. Sorun insanlarda. En çok da şirket denen canavarlarla ortak yaşar ilişkisi kuranlarda. Şirketlerin tek amacı karı artırmaktır, ortak yaşar oldukları için şirket çalışanları da aynı amaç doğrultusunda varlıklarını sürdürürler. Bu amacın önünü kesecek her şey onlar için bertaraf edilmesi gereken engellerdir. Buna rağmen kendilerine hala insan diyebilmektedir bu zatlar.
Yes Men bu tip şirketlere savaş açmış iki kişiden kurulu bir eylem grubu. Yaptıkları ise konferanslara, toplantılara hatta TV yayınlarına büyük birer şirketin temsilcisi gibi katılıp o şirket adına açıklamalarda bulunmak. “Biz o konuda hatalıyız, sorumluluğumuzu kabul ediyoruz, şu kadar tazminat ödemeyi kabul ediyoruz” gibisinden, yani hayatta yapmayacakları türden açıklamalar. Yes Men öyle başarılı ki bunu bir keresinde BBC yayınlanan ve 300 milyon insanın izlediği bir söyleşide bile yapıyorlar.
1.5 saatin sonunda dünyayı kurtaramıyorlar belki ama bize gereken dersi vermeyi başarıyorlar. İşi sırrı dünyayı kurtarmak değil, dünyayı kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmemek…
İkinci filmin Fransız yönetmen Bertrand Tavernier‘in ünlü polisiye yazarı James Lee Burke‘ün kitabından uyarladığı bir Sislerin İçinden / In the Electric Mist idi. Nasıl bir film olduğunu benzerlik kurarak anlatmak gerekirse Gone Baby Gone derim. Filmde Tommy Lee Jones, John Goodman, Peter Sarsgaard oynuyor. Kasırga sonrası New Orleans’ta işlenen ultra-sadist cinayetlerin failini arayan eski tüfek bir polisin hikayesi. Film polisiye özelliği kadar, kasırga sonrası şehrin durumunu ve güneyin ırkçı tutumunu yansıtma konusunda da başarılı.
Üçüncü film ise zeki bir İngiliz komedisiydi. Hoş bir tebessümle hatırladığım Priscilla Çöller Kraliçesi filminin yönetmeni Stephan Elliot‘un yönettiği Evlilik Sınavı‘nda (Easy Virtue) Jessica Biel, Colin Firth, Kristin Scott Thomas, Ben Barnes oynuyor. Rahatlıkla diyebilirim ki bu filmi de gelecekte andığımda benzer bir tebessümle gerilecek dudaklarım. Zeki bir aile komedisi de denebilecek, ama romantik komedi özellikleri de taşıyan Evlilik Sınavı, sürpriz bir evlilikle geleneklerine bağlı bir İngiliz aristokrat aileye gelin gelen özgürlüğüne düşkün, haşarı Amerikalı bir genç kadının çevresinde şekilleniyor.
10 FESTİVAL ÖNERİSİ
İZ SÜRÜCÜ (2008)
A Nyomozó / The Investigator
Attila GalambosTAKİPÇİ (2008)
Chugyeogja / The Chaser
Na Hong-jinAKİLEUS VE KAPLUMBAĞA (2008)
Akiresu to kame / Achilles and the Tortoise
Takeshi KitanoYUVA (2008)
Home
Ursula MeierGİR KANIMA (2008)
Lat den ratte komma in / Let the Right One In
Thomas AlfredsonPİÇLER (2008)
Los Bastardos
Amat EscalanteSİSLERİN İÇİNDEN (2008)
In the Electric Mist
Bertrand TavernierMUTANT UZAYLILAR (2001)
Mutant Aliens
Bill PlymptonKULÜBE (2008)
The Cottage
Paul Andrew WilliamsPONTYPOOL (2008)
Pontypool
Bruce MacDonald