BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Ruhu âdeta vicdânına dar gelen, tek başına başlattığı ve kendisine omuz veren bazı insanlarla ilerlettiği mücadelesinin sonunda yeniden tek başına kalan ve de bu ağırlığın altında daha fazla direnç gösteremeyen bir adamı anlattığı bu filmiyle Loach, belki izleyicisine, "Hayatta hâlâ böyleleri de var," diyerek bir umut ışığı yakar gibi oluyor...

Olağan Mevzular

Yanlış Zaman, Yanlış Yol (Route Irish / Tehlikeli Yol)

Ruhu âdeta vicdânına dar gelen, tek başına başlattığı ve kendisine omuz veren bazı insanlarla ilerlettiği mücadelesinin sonunda yeniden tek başına kalan ve de bu ağırlığın altında daha fazla direnç gösteremeyen bir adamı anlattığı bu filmiyle Loach, belki izleyicisine, “Hayatta hâlâ böyleleri de var,” diyerek bir umut ışığı yakar gibi oluyor…

Bu da benim târifim olsun: Devlet, insanda var olan ‘içgüdüsel şiddet’ arzusunu bünyesinde toplayıp büyüten ve sonra da -meşrulaştırılmış bir şekilde ve öncelikle- uyruğundaki insanlara uygulayan devâsa bir organizmadır..

Numan Serteli

Hâl böyleyken- aynı devlet, zorunlu ya da gönüllü olarak (o da zorunluluktan ya!) eline silah tutuşturup -seve seve- askerlik yaptırdığı vatandaşını terhis ettikten sonra bile bırakmayıp, ‘mâlum’ süper emperyalist devletin yancısı olarak bulaştığı bir pis savaşın içine ve ölüme yollamaktan neden gocunsun ki?

Koskoca devlet, gocunmaz elbet!.

Liverpool’lu canciğer arkadaşlar Frankie ve Fergus da, her geçen dakika dünyadaki bir kaç insanı daha yutan bu iğrenç organizmalar birliğinin kurbanlarından sadece ikisidir..

Tabii ki ekmek parası uğruna- önce Fergus (Mark Womack) katılmıştır, Irak’taki paralı askerler ordusuna.. Sonra da en iyi arkadaşı Frankie (John Bishop)’nin aklına sokmuştur bu lanetli işi..

İşte şimdi de Fergus, Frankie’nin cenaze töreninin yapılacağı kiliseye gitmektedir.. Bir vapurun güvertesinde, sevgili arkadaşıyla geçirdiği o ‘mutlu ve serseri’ ilk gençlik günlerini hayal ederek..

Kiliseye geldiğinde Frankie’nin sevgilisi Rachel (Andrea Lowe)’in suçlamalarıyla karşılaşan Fergus, parçalanmış cesedi de gördükten sonra kararını verir..

Arkadaşının -şüpheli gördüğü- ölümüyle hissettiği suçluluk duygusunun iman tahtası üzerindeki ağırlığı, dayanılacak gibi değildir.. Bu acıyı bir nebze olsun hafifletebilmek için yapması gereken, gerçekleri ortaya çıkarmaktır..

Kendisi ve zavallı arkadaşı gibi binlerce genci ‘bok yoluna’ gönderen, İngiltere’deki, ‘özel güvenlik firması’ adı altında çalışan o eli kanlı ölüm tacirlerinden ve de onların maşalarından intikam almanın tam zamanıdır..

Fergus, böylesine organize bir güçle bireysel olarak çarpışmanın, açıklarını yakalayıp mahkûm etmeye çalışmanın hem çok zor, hem de boşa gidecek bir çaba olacağının farkındadır.. Yapması gereken, araştırmalarını bir özel dedektif titizliğiyle sürdürmek, yeri geldiğinde de bir şehir gerillası gibi hedefe kilitlenerek, intikam darbesini indirmektir..

Bağdat Havaalanı’nı ABD ile İngiliz üslerinin bulunduğu Yeşil Bölge’ye bağlayan ve ‘Route Irish’ denilen yolda vuku bulan ve de arkadaşının ölümüyle sonuçlanan trajik olayı videosuyla kaydetmiş bir cep telefonuna ulaşmak, Fergus’un bu yolda ele geçirdiği en önemli kanıttır..

Olay sırasında canavarca katledilen, masum bir Iraklı aileye ait bu telefonda kayıtlı, sesli ve yazılı

-hâliyle de Arapça- bilgileri tercüme etmesi için göçmen şarkıcı Harim (Talib Rasool)’den yardım aldığında, karanlıkta kalan çoğu ayrıntı aydınlığa kavuşacaktır..

‘Âdi’ şirketin ‘şerefsiz’ yetkililerinin, ipliklerini pazara çıkarmaya yemin etmiş bu ‘kederli’ adama karşı elleri kolları bağlı kalacaklarını düşünmek, elbette saçmadır..

Oysa, önceleri Fergus’u suçlayan Rachel’in, samimi ve insan tarafını fark ettiği oğlana, hem intikam yolunda yoldaşlık yapması, hem de aralarında hoş bir sıcaklık oluşması -bana sorarsanız- hiç de saçma değildir..

Bu arada, Iraklı göçmen şarkıcı Harim’in söylediği, buram buram Mezopotamya kokan şarkı, âdeta tüm insanlığın evrensel acısını yanık yanık haykırmaktadır..

Ruhu Vicdânına Dar Gelen Adam

İşçi sınıfının, ezilenlerin ve çaresizlerin can dostu; ezenlerin ve sömürenlerin amansız düşmanı olan usta ve de muhalif yönetmenimiz Ken Loach, “Sanat toplum için yapılmalıdır, ama sanat olduğunu hiç unutmadan.” deyu bir söz söylemiş midir?

Bunu hiç bilemiyorum, lâkin ben gönül rahatlığıyla, aynen böyle söylediğini kabul ediyor ve -benzeri görülmemiş bir fedakârlıkla- bu husustaki her türlü sorumluluğu da üstleniyorum..

Bu ‘tarihi’ sanat anlayışına Tehlikeli Yol‘da da aynen sadık kalan yönetmenin, Irak’taki işgâle karşı en sert tepkiyi gösterenlerden biri olduğunu zaten biliyorduk.. Ki işte bu son filmiyle de bunu resmen belgeliyor..

Ruhu âdeta vicdânına dar gelen, tek başına başlattığı ve kendisine omuz veren bazı insanlarla ilerlettiği mücadelesinin sonunda yeniden tek başına kalan ve de bu ağırlığın altında daha fazla direnç gösteremeyen bir adamı anlattığı bu filmiyle Loach, belki izleyicisine, “Hayatta hâlâ böyleleri de var,” diyerek bir umut ışığı yakar gibi oluyor, ama hepsi bu kadar!

Gözümüzün önünde olup biten (ne bitmesi!?) habire üzerine ‘petrolle’ gidilen yangınları, gücü ele geçirenlerin hemen uygulamaktan zevk aldığı zulmü ve iştahı hiç azalmayan bunca arsızlığı görüp de umut pompalamanın ne anlamı olacak ki?

Loach‘un, kapitalist dünya düzeninin körüklediği savaş politikalarını -her zamanki gibi- şiddetle eleştirmesinde bir sürpriz yok elbette; lâkin, burada asıl üstüne gitmeyi amaçladığı tipler, biraz daha özeldir sanki..

Bunlar, biraz da sinsice hareket ederek, “Savaş kötüdür.. Tamam ama bu bir şekilde para kazanmamıza yarıyorsa, oluşturduğu bazı hoş olmayan şeyleri görmemezlikten gelmek, çok da ahlâksızca bir davranış olarak değerlendirilmemeli” demeye getiren, ‘makyavelist’ zihniyetin müritleridir..

Bu kez, tüm dünyanın yakından ilgilendiği ve bildiği, oldukça popüler bir konuya el atan Ken Loach‘un, daha öncekiler kadar çarpıcı ya da etkileyici olamadığı -maalesef- bir gerçek..

Bu gerçeği, seyircinin Irak’taki savaşla ilgili birçok hikayeyi gazetelerden okumasına ya da konuyla ilgili muhtelif filmler izlemesine bağlıyorum..

Asıl mevzu ne kadar özgün olursa olsun, genel olarak seyircide belli bir ‘bağışıklık’ oluşturmuş  hikâyelerden çarpıcı bir netice alınamaması da gayet normal.. Kaldı ki, ‘Kan ve can üzerine kurulmuş bir çıkar düzeninin tekerine çomak sokmaya çalışanı yaşatmazlar’ kuralını işleyen o kadar çok film izledik ki..

Şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, “Bu bir Ken Loach filmidir” damgasını üstünde gururla taşıyan Tehlikeli Yol‘un iyi bir film olduğu gerçeği asla değişmiyor.. Yönetmeni tâkip etmekten her zaman memnun kalmış seyircinin, bu filmi izledikten sonra da farklı düşünmeyeceği kesin..

Büyüksün Ken Ağbi, 7!

Tehlikeli Yol
Route Irish
 

Yönetmen: Ken Loach

Senaryo: Paul Laverty

Oyuncular: Andrea Lowe, John Bishop, Mark Womack, Najwa Nimri

Yapım: 2010, İngiltere / Fransa / İtalya / Belçika / İspanya, 109 dk.

İlginizi çekebilir...

Basın Bülteni

“Herkes için Adalet” ilkesiyle 14. kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen, Pınar Altuğ Atacan...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et