İngiliz asıllı Suzanne (Kristin Scott Thomas), çevresi geniş, hâli vakti fazlasıyla yerinde bir doktor olan kocası Samuel (Yvan Attal)’le Fransa’nın güneyinde yaşayan, kırklı yaşlara ulaştığı ömrünün büyük bir kısmında, biri erkek, diğeri kız iki çocuğunu büyütmüş, aynı zamanda, eşinin her türlü hizmetini lâyıkıyla görürken de bir kusur etmemiş (Evet! ben de o sırada yanındaydım.), gayet mazbut bir ev hanımıdır. (Sen öyle san!)
Çocuklarını yetiştirirken bırakmak zorunda kaldığı mesleği olan fizyoterapistliğe tekrar dönme kararı verdiğinde, kocasından fazla bir tepki görmez.. Zira, evin kullanılmayan bir bölümü tâdilattan geçirilerek muayenehane yapılacağından, hem karısı evinden uzaklaşmamış, hem de tıkır tıkır işleyen kurulu aile düzeni bozulmamış olacaktır. (Ey gafil koca! Sen de öyle san.)
Oysa hayat öyle sürprizlere gebedir ki.. Her türlü dış düşmana karşı korumak istediği sevgili kuşunu kapattığı kafese -gün gelir- kendi eliyle bir sokak kedisi bıraktığının bile farkında olmayabilir şu insanoğlu.. Fark ettiğinde ise, her şey için artık çok geçtir..
İşte filmimizde, karısını çok seven -haliyle de- onu başkasıyla paylaşmayı rüyasında bile görmek istemeyecek zengin koca Samuel’in başına gelenler de aynen bu minvaldedir..
Bu hikâyedeki kuşu çıtır çıtır yiyen erkek sokak kedisi, evdeki inşaatın ustalığını yapacak olan yakışıklı ve ‘kaslı’ İspanyol -daha doğrusu- Katalan, Ivan (Sergi López)’dır..
Ayrıldığı eşinin yanında, yâni memlekette kalmış biricik ve minicik kızının hasretiyle yandığını, hatta -önemsiz bir suçtan da olsa- bi ara hapse girip çıktığını da öğrendiğimiz bu adam, işin başlangıcında -allahı var- kadını öyle tavlamaya falan kalkışmaz.. O sadece görevini yapıp, ekmeğini kazanmanın peşindedir..
Gelgelelim, genelde işinde gücünde görünen, bu oldukça saygılı, yeri geldiğinde de esprili amele, bizim burjuva hatunu etkilemiş gibidir..
Şimdiye kadar kendini ‘evli ve mutlu’ sanan Suzanne’ın aklı ‘resmen’ karıştığı sırada yaptığı bir hata sonucunda, Ivan bacağından yaralanır.. İşte bu olay, hafifçe dumanı tütmeye başlayan müstakbel ilişkinin hızlanmasını sağlayan bir katalizör işlevi görecektir..
Aşk Bir Sudur İç İç Kudur
İlk önce, cinselliğin ön planda olduğu bu yasak ilişki, giderek bir Aşk-ı Memnu haline gelecek; tutkulu bir sevdanın esiri olan kadının gözü -o günden sonra- ne evini, ne kocasını ne de onun servetini görecektir..
Suzanne, bu aşk sarhoşluğunun etkisinde altındayken, bütün olan biteni kocasına açık açık anlatır.. (Belki de Fransa’da bu itiraf durumu normaldir de sadece, ‘İnkâr et, işler sarpa sardığında, inkâr ettiğini de inkâr et’ düsturuyla yetişmiş bizlere böylesine tuhaf gelmektedir.)
Resmen boynuzlanan adam da zaten bu durum karşısında pek bi tepki göstermez ve belli belirsiz bir umutla: “Onunla yattın mı?” diye sorar.. Sanki yatmadıkları sürece, ortada bir problem yokmuş gibi..
O değil de, az sonra bütün umudu tükenen ve hıçkırarak ağlamaya başlayan ‘örnek’ kocaya baktım baktım da, “Medeniyet dedikleri işte böyle bir şey olmalı azizim,” dedim içimden.. Sonra da ‘hayâli’ sigaramdan bir derin nefes daha çektim ve ciğerlerime kısa süreli bir bayram yaşatan ‘hayâli’ dumandan geriye kalanını tekrar dışarıya püskürtürken de, yurdumun aldatılan kocalarını ve de onların hemen akabinde yükselen, ‘kan çıkmazsa para yok’ şiddetindeki tepkilerini düşündüm.. İçim bi fena oldu ki sormayın dostlar..
Kadın yönetmen Catherine Corsini’nin yazıp yönettiği, Kristin Scott Thomas başta olmak üzre, karı-koca ve âşığı canlandıran üç oyuncunun da görevlerini mükemmelen yaptığı İhanet, bazı kısa süreli mutluluklar yaşansa da -son tahlilde- hiç kimsenin sürekli mutlu olmayacağı -basbayağı- bir yaşam parçasını trajik bir aşk öyküsüyle süsleyerek anlatan, mütevazı güzellikte bir film..
“Parayla saadet olmaz, parasız saadet ise sadece bir olasılıktır ama bunun da garantisi yoktur, üstelik ‘sürünme katsayısı’ da yüz üzerinden yüzdür” ana fikirli; “Evlilik kurumu ise tamamen doğa dışıdır” ‘ana zikirli’ filmin tek yumuşak karnı, “Kıçına rahat mı battı be kadın!” anlayışlı -çoğunluktaki- seyircinin inanmakta epey zorlanacağı, Suzanne’ın o ‘ibretlik’ dönüşüm süreci..
Sevdiği karısına gerçekten saygılı davranan, bırakın şiddet uygulamayı, onun her istediğini de yapmaya çalışan, bizde ‘cinayet nedeni’ olacak o olaya rağmen yine de affetmeye hazır bir koca imajı, filmin dramatik çatısını bir hayli zorluyor..
Öte yandan, sadece kocasından başka bir adama âşık olma günahını işleyen, bunun dışında, nice namus bekçisini cebinden çıkaracak kadar namuslu, nice yiğidin ancak hayalinde görebileceği mertlikte bir yürek sahibi kadının o biricik günahına bakarak -orijinal ismi kâle bile almadan- filmi ‘ihanet’ adıyla yaftalamak tam da Türkiye insanına yakışacak bir hareket olmuş.. Bu beceriyi gösteren sinemacılarımızı hassaten tebrik ediyorum..
Aferin, 7!
İhanet
PartirYönetmen: Catherine Corsini
Senaryo: Catherine Corsini
Oyuncular: Kristin Scott Thomas, Sergi López, Yvan Attal, Bernard Blancan
Yapım: 2009, Fransa, 85 dk.