İnsanoğlu kuş misali, bugün var yarın yok iken; başlayan bir festivalin hiç bitmeyeceğini kim iddia edebilirdi ki? İki hafta önce bana sorsaydınız bu soruyu, hemen cevabı yapıştırır, “Ben!” derdim, “Ben!”
Sizi bilemem ama bana hep öyle olur.. Yeni doğan, henüz başlayan ve çıtır çıtır tazeliğini yaşayan herhangi bir şeyin bayatlayarak çürüyeceğini ya da bir anda yok olup gideceğini o an aklımın ucundan dahi geçiremem.. Evet.. Belki tuhaf ama kesinlikle de gerçektir bu hâlim..
Önceki vaziyetim bu iken şimdiki hâlet-i ruhiyem ise daha dakikalar önce sımsıkı sardığı nazlı yârini kapıp da yâd ellere götüren bir trenin peşinden bakakalmış bir adamdan pek de farklı değil.. Üstüne bir de, sevdiceğin henüz yanındayken, onun kıymetini bilememenin dangalaklığını da ekleyin.. Ekleyin, ekleyin! Acımayın şu herife!
Neyse, biz bırakalım bu zavallıyı, mâkus kaderiyle başbaşa, işimize bakalım..
Festival boyunca izlediğim onlarca filmi (Resmi sonuç: 38) tek tek yazamayacağımdan kelli, içinden bazılarını ‘iyi’ deyu ayırmak ve kendilerini bir-iki cümleyle de olsa değerlendirerek, “Festivalin En İyileri” sıralamasına -güç kullanarak- sokmak niyetindeyim.. Îtirazı olanlar?. Kabul edenler?. Kabul edilmiştir!.
Yalnız, şöyle bir şey var ki hiçbir açıklama yapmadan bu listeyi buraya döktürmem, bir sürü yanlış anlamayı da peşinden sürükleyip getirecektir.. Beni bilenler bilir- bir Kurallar Kitabı’nın kapsamını dahi aşan yoğunluktaki kurallar silsilesiyle ‘hareket etmeye çalışan’ bir adamımdır..
Âdeta derya misâli bu mevzuya hiç girmeden, hemen şimdiki işimizi görecek olan kurala değinirsem: İşbu liste -sadece ama sadece- bu festivalde ve bizzat bu yılki festival süreci içinde izlediğim filmlerden seçilerek oluşmuştur.. Daha önce başka yer ve zamanlarda gördüğüm, lâkin şimdi ‘yeniden’ izlemediğim ‘festival filmleri’ değerlendirmeye alınmamıştır.. Öyle ki aralarında, Mavi Kadife (Blue Velvet, Yön: David Lynch, 1986), Andrei Rublev (Andrey Rublyov, Yön: Andrey Tarkovski, 1966) ve İçimdeki Yangın (Incendies, Yön: Denis Villeneuve, 2010) gibi şaheserlerin de bulunduğu filmler, hep işte bu -yere batasıca- kural nedeniyle -maalesef- listeye girememişlerdir.. Aynı şekilde, izlesem belki de bu listeye girebilecek bazı yapıtları -istemeden de olsa- kaçırdığım gibi..
O değil de size bir küçük hatırlatma yapayım.. Yeni filmlerden olan İçimdeki Yangın yakında vizyona girecek.. “Aman kaçırmayın!” diyorum..
30. İstanbul Film Festivali’nin
-Öznel Kurallar Dahilinde-
En İyi Yedi Filmi
1
Salinui chueok/Memories of Murder
Yön.: Bong Joon-ho
Güney Kore’nin yakın tarihinde yeri olan askeri diktatörlük döneminde gerçekleşen, tenhada yakaladığı genç kadınlara tecâvüz edip öldüren bir seri kâtilin cinayetleri üzerine kurgulanan gerçekler..
Aslında film, bu iğrenç cinayetleri ve katil zanlılarını fona alarak -daha ziyâde- mevcut siyasi rejimle, polislerin dünyasıyla ve de onların çalışma şartlarıyla ‘yâkinen’ ilgilenmeyi tercih ediyor..
Yönetmen Bong Joon-ho‘nun bu ikinci filmi, başlangıcından gelişimine, komedi ve gerilimi birbiriyle yarıştırarak muazzamlaşan, final öncesini ve de sonrasını dramın en âlâsıyla zirveye çıkaran bir başyapıt..
2
Bir Ayrılık (2010)
Jodaeiye Nader az Simin
Yön.: Asghar Farhadi
İran orta-üst sınıfına dâhil bir ailenin ‘genç kadın’ tarafını temsil eden Simin’in, memleketi terk ederek başka bir yerde yeni bir hayat kurma isteğine, Alzheimer hastalığının son aşamasındaki babasını bırakıp gitmeyi asla düşünmeyen kocası Nader karşı çıkınca, ilişkilerindeki problem boşanma davasına kadar ilerler.. Hâkim dâvâyı reddetmiştir ama, baba evine dönen kadının -arada bir kız evlat olmasına rağmen- verdiği karardan geri adım atmaya niyeti yoktur.. Nadir, yanında kalmak için kendisini tercih eden, ‘yeni ergen’ kızına ve hasta babasına bakması için bir bakıcı kadın tutar..
Yanındaki küçük kızıyla birlikte, ‘zaten problemli’ ailenin içine giren bu ‘tedirgin’ kadının varlığıyla daha da alevlenen genel huzursuzluk, ortaya yeni dâvâlarla birlikte yeni suç ve cezalar da çıkaracaktır..
En ufak kıvılcımda öfkeye dönüşebilen, sınıflar arası çatışmalara gebe bir toplumdan, cinsiyetçi tutumu yadsınamaz bir adalet sistemine mahkûm bireylere kadar, çok yönlü bir İran portresi.. Öte yandan, bizdekinden zerre farkı olmayan, ‘muktedir’ bir dinin, cehennem korkusuyla zorlayarak ‘ahlâklı kılma’ anlayışına karşın, bireyin -salt insan olmanın dürtüsüyle- duyması gereken ahlâki sorumluluğun bâriz eksikliğine vurgu da cabası..
Kendilerine çok az rastlanan- bazı filmleri izledikten sonra, “Bu senaryo başka türlü bu derece mükemmel -mümkün değil- ortaya konamazdı” deyu düşünür insan.. Tıpkı, anlattığı -problemli ilişkiler yumağı- hâlindeki konusunu, olağanüstü bir titizlikle ince ince irdeleyerek, adım adım ilerleyen bu hârika film gibi..
3
Torino Atı (2010)
A torinói ló
Yön.: Béla Tarr & Ágnes Hranitzky
Yaşantının temelini oluşturan, yatmak, kalkmak, yemek, içmek, çalışmak gibi edimleri bir döngü hâlinde otomatikleştiren insanın/doğanın, kaotikliği giderek boğucu mertebeye ulaşan vâroluş serüveni.. Ve bu serüvenin -son altı günü- nihayetinde, yokoluşun zifiri karanlığına yuvarlanış..
Yönetmen Béla Tarr‘ın şimdiye kadar yaptığı en radikal iş olarak gördüğü ve sonrasında sinemayı bıraktığını ilân ettiği bu filmi için, “Avrupa Sineması’nın en ‘avantgarde’ işlerinden biridir” diye gözü kapalı sallasam dahi yanlış söyleme ihtimalim -sanırım- sıfır dolaylarında olur..
Konusunu anlatmak zor olmasa da bu çabayı kesinlikle ‘anlamsız’ kılan bir sanat eseri.. Her şeyden önce görülmesi şart, bir sinema deneyimi..
Torino Atı‘nı, bencileyin bazı derin eleştirmenler, ‘klasik anlatı’ sineması dışına çıkmaktan korkmayan ‘cesur’ seyircilere önerirken; bir umarsız eleştirmen olan ‘öteki ben’ de, ‘Yeni haşlanmış, el yakan koca bir patates, tek elle nasıl soyularak yenir?’ sorusuna verilecek en güzel uygulamalı yanıtı görmek isteyen meraklısına tavsiye ediyor.. Bilginize..
4
Şiir (2010)
Shi / Poetry
Yön.: Lee Chang-dong
Şehrin kenar mahallesindeki küçük bir evde -bir başka kentteki kızının emaneti- ortaokul öğrencisi torunuyla yaşayan Mija, elden ayaktan düşmüş zengin bir adamın bakıcılığını yapacak kadar paraya muhtaç olduğu hâlde, her daim bakımlı oluşuyla ve giydiği şık kıyafetlerle, fakirliğini dış görünüşüne asla yansıtmayan, yetmişine merdiven dayamış bir kadındır..
Dünyaya hep ilgiyle ve güleryüzle bakan, son zamanlarda ise alzheimer belirtileri gösteren teyzemizin ‘kırılgan’ ruhuna -haylaz torunu vasıtasıyla- trajik olduğu kadar da gerçek, öylesine bir darbe iner ki.. Onu bu darbeden koruyacak güç, belki de -hayatın acımasızlığına ve dünyanın kötü yüzüne dahi anlayışla bakabilen- o naif ruhunda gizlidir..
Şair hocasına, “Ben nasıl şiir yazabilirim?” gibi, dünyanın belki de en içten ve en şirin sorusunu sorabilen, aslında tek eksiği duygularını henüz kağıda dökmemişliği olan, hakiki bir şair kadın.. Hüznü ‘gerçek’ bir şiir gibi içinde barındıran; dingin bir nehir gibi, açtığı yatağında sessizce akan bir nadide film..
5
Çığlık (1957)
Il Grido
Yön.: Michelangelo Antonioni
Önyargıdan, art niyetten ve her türlü hesaptan uzak ‘seven’ bir adamın -bu kendine has karakter özelliklerinden epey uzak olduğu görülen- sevdiği kadından yediği kazıkla hayatının kararması ve de ucu kalbini deşip geçen bu kazığın verdiği acıyla yollara düşmesi..
Şeker fabrikası işçisi ‘gariban’ Aldo’nun, önce minik kızıyla, daha sonra tek başına süren yolculuğu öylesine kırık kalple ve amaçsız başlamıştır ki mola verdiği -muhtelif kadınlar da içeren- hiçbir durak, önünde sonunda en iyi bildiği yere götürecek bu yolda, onu durduramayacaktır.. O son durak ki her türlü umudun can verdiğini duyuran bir çığlığa dönüşmesi an meselesidir..
Öte yandan, Zeki Demirkubuz‘daki Antonioni etkisine tanıklık etmek isteyenler için de birebir..
6
Beni Asla Bırakma (2010)
Never Let Me Go
Yön.: Mark Romanek
Başta yaşamak, dostluk ve aşk olmak üzre, insan olmanın bireye kendiliğinden sunduğu bilumum ‘güzel’ duyguların bir gün sona ereceğini bilmek, yer ve de tarih elimizde olmadığı sürece, katlanabilir bir gerçektir.. Bunu biz belirlemeye kalkışınca dahi sorun yoktur..
Peki, hiç arzu etmediğimiz hâlde, sevdiklerimizle ya da hayallerimizle bi şekilde güzelleştirmeye çalıştığımız şu hayatımızın en geç bir-iki yıl içinde -hem de gencecik yaşta, hem de yaşamla olan bağlantılarımız bir bir koparılarak- sona ereceğini bilmek ve bunu bir an dahi unutamamak..
Henüz yaşamadığımız, ancak, salt tıbbi bir ihtimal olarak akla hiç de uzak düşmeyen, ahlâka mugayir vahşilikte bir ‘yasal’ dünyanın, en doğal biçimde sunumu..
İnsâni değerler açısından, en ütopik ile en distopik dünyayı birlikte olduran bir konuyu, bilinen bir dünyanın ‘sözde masum’ atmosferinde geçiyormuşcasına, hem de mükemmelen işleyen nâdir filmlerden..
7
Mutluluğun Peşinde (2010)
Rabbit Hole
Yön.: John Cameron Mitchell
Küçük çocukları bir araba kazasına kurban gidince perîşan olmuş bir ana-babanın, bu büyük acıyla baş etme çabaları..
Olayın etkisini pek derinden hissettiğini en güçlü bir şekilde dışa vurumundan, hatta Tanrı’ya yönelik öfkesinden anladığımız anne, rahmetli çocuğundan geriye kalan -iç acıtıcı- her türlü izden, anıdan kurtulmanın peşindedir..
Çocuğun -kazayla- ölümüne neden olmuş genç, bu yaslı annenin önüne, öylesine ‘teselli edici’ bir ‘alternatif evren’ koyar ki bu gelişme, âdeta kadının yarasına sürülmüş bir merhem etkisi yapacaktır..
Peki, evlat acısını, içinin derinliklerinde vâr olan bir magma yakıcılığında, ama sessizce büyüten babanın hâli ne olacak? Kendisinden her geçen gün uzaklaşan -depresyondaki- karısının doğurduğu boşluğu, çeşitli kişi ve aktivitelerle doldurma çabaları işe yarayacak mı?
Bir tiyatro oyunundan uyarlanan film çok iyi, Nicole Kidman ise her anlamda şahane!
Devret Bahberi’den Geliyor
Son olarak, “Tamam her şeyi anladım da film sayısı -mesela on değil de- neden yedi?” deyu sorabilecek meraklı okurlar için ‘soru-cevaplı’ açıklama, aritmik uzmanımız Devret Bahberi’den geliyor.. Üzgünüm ama siz istediniz..
Devret Bahberi: Eveet.. “Film sayısı neden yedi?” deyu soran Meraklı Okur.. Sorarım sana, bu yıl festivalin gaçıncı sene-i devriyesiydi?
Meraklı Okur: 30!
D.B.: Biliyorsun ki sıfırları atıyoruz.. Ne galdı?
M.O.: 3!
D.B.: Pekii.. Allahın hakkı gaç?
M.O: 3!
D.B.: Öyleyse, 3’ü de mecburen Allah’a havâle ediyoruz.. Ne galdı?
M.O.:Hiiiç!
D.B.: Dur hele acele etme.. Pekii.. Bu yıl filmler gaç salonda gösterildi?
M.O: Atlas, Beyoğlu.. Pera’yı da katarsak, 7!
D.B.: Yaa.. Gördün mü işte! Mucize gibi de mi?
M.O: …!?