“Burada bir insan var!” Bakınız, bu cümle uzaylıların dünyayı istila ettiği, insanları teker teker avladığı bir bilimkurgu filminden değil. Ortada firardaki bir insanoğlunu görünce yetkilileri uyarmak adına alarm çığlığı koyveren bir uzaylı hanım da yok. Bu Sinan Çetin’in Romantik adlı filminden alınmış bir cümle. Cümleyi sarfeden kişi Yasemin Kozanoğlu’nun canlandırdığı mıy mıy konuşup insanın içini kıysa da, güzel mi güzel genç bir kız. Boş olduğunu zannettiği eve gözleri bağlı olarak girip de, içeride birinin beklenmedik varlığını cümleyi kuruyor(Aslında kurduruluyor.) Ama normal insan evladı gibi “Burada biri var,” diyeceğine “Burada bir insan var,” diyor. İyi de evladım, evin içinde öküz olacak hali yok ya! Yukarıda sözünü ettiğimiz türden Merihli bir istilacı da olamayacağına göre (neyse ki Sinan Çetin yaratıcılığının sınırını o kadar zorlamadı daha!) insan olacak tabi. Şunun gibi bir şey bu: Anne, kapıda bir insan var. Ya da: Hanım, akşama yemeğe bir insan gelecek.
Romantik ne menem bir film olduğunun ipucunu daha en başında açık ediyor aslında. Jenerik bir alıntıyla başlıyor. “İnanç perdesi ne kadar kalın olursa, akıl güneşi o kadar geç doğar.” Alıntıları severim. Ben de sık sık yaparım. Teoman da filminde Blaise Cendrars’dan yapmıştı netekim (Biliyorum, doğrusu i ile yazılır). Ünlü bir düşünürün, politikacının, askerin ya da ne bileyim tarihi bir kişiliğin işte, sözleriyle başlamak hoşluktur bir esere. O kişiye, o söze saygımızı belirtir, filmde anlatılacaklara bir girizgah yapar. Romantik’in başındaki alıntı da haliyle bizi rahatsız etmiyor. Ta ki alıntının sahibinin imzası belirene kadar. SİNAN ÇETİN. İnsanın kendi filmine, kendi alıntısıyla başlamasından daha megaloman bir şey olmasa gerek. Hadi başladın, bari altına imzanı atma nal kadar, değil mi?
Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? Af buyurun konuyu dağıtacağım. Geçen seneki Altın Portakal Tanıtım jeneriğini. A+ Alinur Velidedeoğlu’nun (A plus bir zümre bildirgecidir) çektiği bu jenerik sinema dünyasının yıldızlarının kısa kısa görüntülerinden oluşuyordu. Şimdi isimleri atıyorum ama, size fikir verir en azından: Önce Alain Delon, De Niro, Claudia Cardinale gibi oyuncular, sonra Coppola, Spielberg, Kubrick gibi yönetmenlerin görüntülerini görüyoruz, sonra o kareler yan yana bir araya gelerek bir bütün oluşturacaklar falan. Ama yönetmenlerin görüntüleri arka arkaya akarken resmin tamamına uymayan bir kare çarptı gözüme. Gözlerime inanamıyorum. A+ Alinur Velidedeoğlu kendi görüntüsünü de bu yönetmenlerin arasına katmış. Şimdi nerde kaldı senin A+’lığın. Hadi sen gözünü kararttın, kendini bu yönetmenlerle eş değer sayar oldun. Festivalin, üç büyüklerin (fb, gs, bjk) başkanı kıvamındaki yöneticisi de görmedi bu durumu. Ağzından düşürmediği purosunun dumanı mı engelledi bu vaziyeti görmesini. Bilemem, A+ yaşam birimlerinin dünyasına yabancıyım. Ben zar zor geçinen, zar zor iş bulan, gariban bir gazeteciyim neticede. Ama Velidedeoğlu’nun bu stratejisi işe yaramış olacak ki, kendisini bir süre sonra ekranların en A+ yarışma programı Buzda Dans’ın jürisi olarak izledik.
Romantik’e dönersek: Eğer Sinan Çetin bu filmi artık Bay E ile anılmamak için çektiyse başarılı oldu. Romantik dururken, artık kimse Bay E’nin ne kadar kötü olduğu konusunda geyikler başlatmayacaktır. Sinema eleştirmenlerinin Sinan Çetin’in filmlerine burun kıvırması alışıldık bir durum. Ben hiç bir zaman o gruba dahil olmadım. Filmlerini genellikle keyif alarak izledim. Berlin in Berlin’i çok sevdim. Bay E hakkında bile, çok eskilerde seyrettiğim için atıp tutmam. Seyrettiğim zaman penisime elektrik verilmiş gibi olmuştum ama olsun. O zaman daha ufacık küçücük, içi dolu fıçıcıktım. Bugün seyretsem Bay E bana farklı tatlar sunabilir. Neticede itiraf ediyorum Europa’yı da yarım bırakmıştım o zamanlar. Sonra seyrettiğimde yaşadığım evrim sürecine akıl sır erdirememiştim. Romantik’in kült denebilecek, Ed Wood’u kıskandıracak dialoglarına Teoman’ın ölüm anında aydınlanıp sarf etmeye başladığı cümleleri ilave edebilirsiniz: “Hayat bir rüyaymış, ölünce uyanıyorsun.” Allah, Allah!
Bakın hiçbir ücret talep etmeden Sinan Çetin’e filmlerinde kullanmak isteyebileceği bazı felsefi cümleler öneriyorum. Aşk bir sudur, iç iç kudur; Aşk bir elmaşekeridir, şekerini yersin çubuğu… (malum); Hayat kamyon gibidir frenleri patladı mı yırtınsan hayata bağlanamazsın hattın türkcell bile olsa; (benim favorim ise) Hayat ne tuhaf, kamyonlar falan…Teoman öyle aydınlanmış ki ölüm döşeğinde şakıdıkça şakıyor. Jenerikteki cümleyi Teoman’dan duyuyoruz o anda. “İnanç perdesi ne kadar kalın olursa, akıl güneşi o kadar geç doğar.” Vay be! Hakkaten! (bilerek böyle yazdım, i’li olacağını biliyorum yani) Ne gerizekalıymışım ben ya! İki kere tekrar edilmese anlamayacaktım filmin anafikrini.O zaman ben de bu yazının anafikrini şöyle özetleyeyim.
Romantik epey kötü bir film. Öykü, kurgu, anlatım, diyaloglar, kısaca görsellik dışında sinemayla ilgili ne varsa her şey felaket. Türk sinemasının önemli bir yönetmeni sayılabilecek Çetin bu filmi hangi akla hizmet gösterime sokar, anlayabilmek mümkün değil. Bir daha düşündüm de mümkün aslında: Para. Ama, para için karizma bu kadar çizdirilir mi, işte onu anlayabilmek gerçekten mümkün değil. Yazsam yazarım daha da, çeviri yapmam, para kazanmam falan lazım arkadaşlar. Bu filmin DVD’si çıktı. Gidin seyredin Allah aşkına! Üç beş yorum yapın sonra….
Ek: Ya şimdi gördüm, Sinan Çetin bir röportajda “bu filmle En İyi Senaryo ödülü alacağım” demiş. Ben de bu yazıyla Pulitzer’i alırım sanırım.