“Ağlatmak güldürmekten zor olsaydı, bu kadar çok dilenciye karşılık bir tane Cem Yılmaz olmazdı.”
Murat Aslan’ın yönettiği ve Zafer Algöz, Selim Erdoğan, Fikret Hakan ve Zeynep Tokuş’un oynadığı Umut’u seyrederken, biraz da filmin saçtığı kasvet ve buhrandan kaçmak için daldığım düşüncelerden çıkarken yanımda yukarıdaki cümle vardı.
Film daha ilk saniyelerinde Talihsiz Serüvenler Dizisi’nin bile solda Polyanna bırakacak bir performans sergileyeceğinin sinyallerini vermişti aslında. Jenerikte beliren “Gitmek Zamanı” ve hemen ardından gelen “Seni, senin için terk ediyorum” şeklindeki ifadelerdi bu sinyaller. Birazdan başıma gelecekleri bilsem hemen o anda yerimden kalkar ve en yakındaki yangın alarmını gereksiz kullanımlarda tarafıma uygulanacak cezai müeyyidebile korkmadan çalıştırp herkesi kurtarırdım. Böylece bir yazar-insan olarak sosyal sorumluluğumu da yerine getirmiş olurdum.
Filmi birlikte seyrettiğim Ters Ninja neferi Deniz Akhan ile hemfikir olduğumuz konu filmi bir televizyon filminden ayıran tek şeyin kalburüstü sinematografisi olduğuydu. Zaten kimi sahneler sırf o sinematografinin kurulabilmesi için koyulmuştu filme, ama daha da çok seyirciyi ağlatmak için konmuşlardı.
Heyhat, hikaye ile ilgili olmayınca, sırf görsele ve iç acıtmaya odaklandığınızda ipin ucunu kaçırıyorsunuz. Annesini toprağın altına gömüldüğünü gören bir çocuğun bir gün sonra “Annem bir daha gelmeyecek mi?” sorusu karşısında dertlenmek yerine, ancak burun kıvırabiliyorsunuz. Deniz’in “Çocuğun bu soruyu sorabilmesi için annesini gömülürken görmemesi lazımdı,” demesi üstüne cevabım şu oldu zaten: “Ama o zaman mezarlıktaki sahneyi çekemezlerdi.” O sahne hem filmin sinematografisi için ama yine yeni yeniden, daha da önemlisi için seyircinin içini acıtmak için olmazsa olmazdı film için. Tıpkı çocuğun annesinin dönüp dönmeyeceği ile ilgili sorusu gibi.
Bir filmi hikaye anlatmak için değil de, seyirciyi ağlatmak için çekerseniz o film bir istismar sineması örneği olur çıkar. Umut’un tek bir cümleden ibaret bir hikayesi var aslında. Gerisi ardı arkası kesilmez trajediler, ayrıntılar ve klişelerden ibaret dolgu malzemesi… O tek cümle de filmin sonlarına saklanıyor. Kanırtmanın zirve yaptığı bu an, zaten filmin başından beri kanırtıldığımız ve gayet tahmin edilebilir bir sürpriz olduğu için beklenen etkiyi gösteremiyor. Maksat ağlatmaksa gösteriyor da, hikaye için konuşacaksak; farzı misal “Kayzer Şöze Kevin Speysiymiş!” durumunun yüzde onu bile yok ortada. O ana kadar en azından gerçekçi bir düzlemde ilerleyen film, bu “kapının ardından çıkan dev zenci” etkisi yaratmaya ayarlı bombanın patlamasıyla, gündelik hayat dinamiklerini, mantığı ve hipokrat yeminini reddederek devam ediyor yoluna.
Ağlatan filmlerin çok iş yaptığı bilen bir yönetmen ve yapımcıyla karşıyayız muhakkak. Babam ve Oğlum’dan cesaret alan bir teşebbüs. Sırf çok ağladıkları için Babam ve Oğlum’u yerlere göklere sığdıramayan eleştirmenlerin yanında, bu işten para ve prestij bekleyen yönetmen ve yapımcının böyle bir işe girişmesi son derece anlaşılır bir şey. Gerçekçi olalım, Babam ve Oğlum’a gişe rekorları kırdıran hikayesi değil, seyirciyi ağlatmasıydı. O zaman o kısmı alalım, diğerini bırakalım ve kısa yoldan paraya nikahlı karımız muamelesi yapabilecek duruma gelelim. Hem hikaye bulmak, sonra da onun doğru dürüst anlatmak zor iş. Ağlatmaksa çok kolay…
Evet, ağlatmak kolay. Hele güldürmenin yanında çok kolay. Öyle olmasa bu kadar dilenciye karşılık, tek bir Cem Yılmaz’ı olur muydu bu memleketin.
Umut her şeye rağmen eli yüzü düzgün bir yapım. Türkiye’de teknik, anlatım ve oyunculuk açısından vasatı yakalamak bile o kadar kolay değilken, Umut sinemasını vasat çizgide tutmayı başarıyor. Ama vasat insanı sıkan bir şey. Sinemacı olmayan Cem Yılmaz bile Hokkabaz’ı yapıp herkese bağışlanmamış “yetenek” denen o müthiş şeyden enstantaneler sergiliyebiliyorsa, Türkücü diye bildiğimiz Mahzun Kırmızıgül hem seyirciyi ağlatıp hem de ortaya bir hikaye, bir fikir koymayı başarıyorsa, “ben sinemacıyım” diyenlerin yalnızca görsel ve ajitatif olarak değil, hikayeci olarak da en azından o çizgiyi yakalaması lazım diye düşünüyorum.
Notlar:
1. Mazlum Çimen’in müzikleri gibi, oyunculuğunu da sevdik.
2. İclan Aydın’lı dizi iki aile dezisinden epek bir oyuncu vardı filmde. Hatta dizide karı kocayı oynayan çift filmde benzer bir rolde karşımıza çıktılar.
3. Filmden çıkışta metro yürüyen merdivenlerinde aksi yönden gelen bir adam dikkatimi çekti. Deniz’e, “Filmdeki doktor değil mi bu abi?” dedim. “O,” dedi şaşırdık. Toplam 30 saniye görünüyor görünmüyordu filmde, başka zaman görsek tanımazdık ama filmin hemen üstüne rastlaşınca… Garipti, paylaşayım dedim.