2007 yapımı Kızımı Kurtarın (Gone Baby Gone) ile yönetmenliğe de el atan Hollywood’un ünlü jönlerinden Ben Affleck, Hırsızlar Şehri’inde (The Town) klasik bir soygun filmi çeşitlemesine soyunmuş. Chuck Hogan’ın Prince of Thieves adlı kitabından uyarlanan filmin senaryosuna da Peter Craig ve Aaron Stockard’le birlikte imza atan Affleck, 1998’de kendisine Oscar’ı getiren Can Dostum (Good Will Hunting) ve Kızımı Kurtarın‘ dan sonra üçüncü senaryosuna da imza atmış böylelikle.
Boston’un Charlestown adında, soygunculuğun babadan oğla geleneksel bir nitelik gösterdiği bölgesinde yaşayan kardeşten yakın üç karakterin hikayesine odaklanıyor film. Görünüşte hepsi oradaki maden-çakıl ocaklarında çalışan işçiler bunlar tabii. Fakat film, karakterlerin sosyal hayatlarına eğilmiyor nedense. Onlar, salt mesai dışında giriştikleri soygun icraatlarıyla tek boyutlu olarak yansıyorlar perdeye.
Neyse, açılışta karşılaştığımız banka soygununda, sorunlar yaşayan ve çıkışsızlıktan yanlarına rehine olarak banka yöneticisi Claire Keesey’i (Rebecca Hall) alarak kaçmak zorunda olan çete, kızı bir sahilde serbest bıraktıktan sonra kızın infazına karar veriyor. Gelgelim, grubun şefi olan Affleck’in canlandırdığı Doug MacRay, bıçkın delikanlı James Coughlin’in –Ölümcül Tuzak’taki (The Hurt Locker) performansıyla geçtiğimiz sene Oscar’a aday olan Jeremy Renner yine benzer bir psişik karakterde boy gösteriyor- işleri batırmasından korkarak infaz işini üstleniyor. Buraya değin olanlar yeterince klişe gelmediyse üzülmeyin. Çünkü filmin devamında, bir de Claire ve Doug’un doğan aşkına şahit oluyoruz…
Tür içi değerlendirmede bulunacak olursak, aslında film kendinden istenileni gayet iyi bir şekilde yerine getiriyor. Gerilim yaratan banka/zırhlı araç soygunları, FBI soruşturmaları, kovalamaca ve çatışma sahneleri iyi kotarılmış. Ancak türün mihmandarlarından Köpeklerin Günü (Dog Day Afternoon) kalibresinde olduğunu söylemek mümkün değil. Filmde ufak tefek, pek mühim olmayan devamlılık ve mantık hatalarının yanı sıra büyük bir inandırıcılık sorunu göze çarpıyor bana kalırsa. Yüksek ihtimalle, uyarlama sırasında boşluklar açığa çıkmış. Ve bu boşlukları bir türlü toparlayamıyor film; çetenin diğer elemanlarından eser yok, FBI ve çete arasındaki adli ilişki çok müphem, suç örgütlenmesinin hiyerarşisine ve Doug’un ailevi geçmişine dair çözemediklerimiz var vs… Bütün bunlar organik olmayan birçok gelişmeye gebe bırakmış filmi. Sözgelimi; çete elemanlarının birbirlerine bağlılıkları yetersiz gibi göründüğünden –bunun kitapta böyle olmadığı muhakkak- yapılan fedakarlık(lar) pek ikna edici gelmiyor. Özetle, pek iyi bir uyarlama ile karşı karşıya değiliz. Filmin finali de -ki kitabın finaline bağlı kalınmamış!- fazla romantize edilmiş geldi bana açıkçası.
Filmin tek artısı, kattığı aşk sosunu melodrama çevirmemesi olarak not edilebilir. Zira bu aşktan dallanan hikaye, çok farklı noktalara meyil vererek bariz bir hataya düşebilirdi. En azından bunu yapmamış Affleck.
Yukarıda da belirttiğim gibi, Affleck işçi semtinde geçen ve aynı zamanda işçi olan karakterlerinizi niye boyutlandırmamış anlamak mümkün değil. Halbuki, Charlestown’un içine girerek, onları suça iten şartları biraz gösterse, çetenin geçmişine dönebilse ve hikayesini bu minvalde akıtabilse çok başarılı bir film olması işten bile değilmiş Hırsızlar Şehri’nin.
Sonuçta, film başlarken perdede gördüğümüz, suça ve Charlestown’a ilişkin istatistikler artistik olsun diye mi verildi, sormadan edemiyor insan. Sosyal açıdan az da olsa duyarlı bir eser ortaya koymadıktan sonra bunun ne manası var.