Öğrenci protestoları, uzun yıllardır görmediği kadar ilgi görüyor bugünlerde medya tarafından. Dolmabahçe’deki öğrenci protestosuna polisinin sert müdahalesi ile başlayan süreç, Burhan Kuzu’ya atılan yumurtalar, ODTÜ öğrencilerinin Tayyip Erdoğan protestoları derken, medyanın ana gündemlerinden biri oldu öğrenci protestoları. Öğrenciler ne istiyor, yumurtalı protesto doğru mudur, yapanları kim yönlendiriyor vb. sorular havalarda uçuşuyor gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında.
Öğrenci Hareketleri deyince akla gelen ilk şey 68 eylemleri kuşkusuz. Bugünlerdeki protestolar da, 68 ile karşılaştırılarak değerlendiriliyor genelde. Oysa öğrenciler bazı sorunları yeni anlamış, taleplerini yeni dile getirmiş değiller. Türkiye’de ve dünyada hemen hemen her dönem düşük yoğunluklu da olsa, öğrenci hareketlerinden söz etmek mümkün. Ama öğrenciler her zaman medyanın ilgisini bu kadar çekemiyor. Medya genelde yapılan eylemlere, gerçekleştirilen protestolara eğer polis müdahale ederse, şiddet söz konusu olursa yer veriyor. Olaysız bir şekilde sonuçlanan basın açıklamaları ya da eylemler, basında aksi durumda olduğu gibi yer bulmuyor. Hal böyle olunca da, öğrenciler barışçıl bir şekilde kendini ifade edemeyen, derdini anlatamayan, sürekli olay çıkaran gruplar şeklinde yansıtılıyor.
Özellikle 1968 yılı üzerine yazılmış bir sürü kitap, yapılmış birçok araştırma, film, belgesel vb. söz konusu. Oysa döneme dair çok fazla bilinmeyen, gün ışığına çıkmamış da birçok ayrıntı var. Bunlardan biri de 1968 yılında Amerika’nın Los Angeles eyaletindeki liselerde gerçekleştirilen boykotlar. Meksika kökenli Amerikalı lise öğrencilerinin düzenlediği bu boykot 20 bine yakın insanı sokağa dökmüş ve zamanında oldukça büyük bir yankı uyandırmış. Kendilerine Chicano adını veren Meksikalı Amerikalı öğrenciler, okullarındaki eşitsizliklere, kendilerine yapılan ayrımcılıklara, yok sayılmalarına karşı isyan ediyorlar ve birçok okulda aynı anda boykot örgütlüyorlar.
Edward James Olmos’un yönettiği 2006 yapımı Walkout isimli televizyon filmi, tam da söz konusu boykot eylemini anlatıyor. Boykotun örgütleyicilerinden biri olan Paula Crisostomo’nun hikayesi merkeze alınarak anlatılan süreç, gerçekten yaşanmış olaylar gözetilerek filme çekilmiş. Son aylarda izlediğimiz Machete (Ustura, 2010) filminde dile getirilen Meksikalı göçmenlerin yaşamış oldukları sıkıntılar halen sürerken, Amerikan vatandaşı olan Meksika kökenli insanların 1968 yılında yaşadıkları sorunlar onlardan çok da farklı değil.
Okulda anadilleri olan İspanyolca konuşmalarına izin verilmeyen Chicano’lar, İspanyolca konuştukları zaman öğretmenler tarafından bedensel cezalara çarptırılıyorlar. Çöpleri temizlemek, dayak yemek gibi. Öğle tatili sırasında öğrencilerin okulun tuvaletlerinden faydalanmaları da engelleniyor. Öğrenciler, bu zamanlarda okulun bahçesine işemek zorunda kalıyorlar. Ayrıca liseyi bitirmek üzere olan öğrencilere potansiyel işçi gözüyle bakılıyor ve rehber öğretmenler tarafından gelecekleri o şekilde planlanıyor. Normalde üniversite tavsiye etmesi, ona burs ayarlaması gereken öğretmenler, Chicano’lara sekreterlik, bahçıvanlık gibi mesleklere sahip olabilecekleri meslek okullarını tavsiye ediyorlar. Ayrıca okullarda okutulan tarih kitaplarında, Amerika’nın kuruluş sürecinde de yer alan Meksika kökenli yurttaşların, tek bir kelime bile olsa adları geçmiyor, adeta yok sayılıyorlar.
Paula Crisostomo’nun da aralarında bulunduğu bir grup genç, bu durumun bilincine vararak bir şeyler yapmak, haksızlıklara karşı mücadele etmek istiyorlar. En azından öğlenleri insan gibi tuvaletleri kullanmak istiyorlar. Bunun için önce dertlerini yönetime anlatmaya çalışıyorlar, ama bu girişimleri başarılı olmuyor. Ardından bildiri dağıtarak, afişler hazırlayarak örgütleniyorlar ve yaklaşık 8 lisede aynı anda boykot düzenliyorlar. Bu boykotlar polis tarafından orantısız bir biçimde dağıtılıyor ve bazı öğrenciler tutuklanıyor. Televizyonda çocuklarının dayak yediğini gören anne babalar da çocuklarına destek verince, ertesi gün tekrar boykota çıkan öğrencilerin sayısı 20 bini buluyor ve yaptıkları eylem başarıya ulaşıyor.
Walkout, sinemasal anlamda başarılı sayılamayacak, hatta vasat olarak değerlendirilebilecek bir film. Ama hikayesi, belki de gündem ile alakalı olduğu için, oldukça ilginç. Bu yüzden de izlenmeyi, hatta konu üzerine araştırma yapıp, daha fazla bilgi sahibi olmayı hak ediyor.