Kimisi “kriz var” diyor, kimisi “yok”… Bunlardan daha beter olan ise bu iki çatışan görüşü ortaya koyanların ağzına bakan gafiller. Ki bu gafiller artık öyle “kendi başına düşünemez, fikir üretemez, algılayamaz” hale gelmişler ki yakında tuvaletleri gelmiş mi gelmemiş mi ona bile karar verebilmek için kendilerine sufle verecek birilerini aramaya başlayacaklar.
– Benim tuvaletim gelmiş. Senin?
– Benim ki gelmemiş herhalde. Bir şey demedi daha kanaat önderimiz!
Ege Görgün (Landlord)
Belki inanmayacaksınız ama bir kriz olup olmadığına kendi başınıza da karar verebilirsiniz. Her Cumartesi Reyna senin Layla benim dolaşıyorsanız; çantaya, kıyafete etiketinde ufacık bir yazı var diye milyarları döküyorsanız; harcadığı benzini dert etmeden 4×4 kullanıyorsanız; Starbucks’dan günde üç kahve içmeden kendinizi “relax” hissedemiyorsanız; cep telefonunuzu iki ayda bir değiştiriyorsanız kriz sizin nerenizden girerse girsin bir kulağınızdan çıkar gider. Size bu dünyada kriz yok.
Ay sonu geldiğinde cebinizde beş para kalmıyor mu, kirayı denkleştireceğim diye akla karayı mı seçiyorsunuz, kredi kartı borcunuz Freddy Kruger olmuş kabuslarınıza mı giriyor. O zaman sizin için kriz vardır, azizim.
Ama ben biliyorum ki memleketimin çoğu insanı için bu kriz emareleri sıradan bir yaşam standartı olmuş çıkmış. Daimi kriz halindeler haberleri yok. Alışmış garibanlar! Elin Amerikalısı gibi bir kıçı kırık bir krizde yıkılıp gitmez öyleleri. Yıkılanlar genelde hayata yeni atılmış, yeni yuva kurmuş, memur anne babalarımızın icat ettiği “kötü günler için kenara para koymak” isimli şahane buluştan habersiz, başına kötü bir şey gelebileceği olasılığını aklına getirmeyecek kadar deneyimsiz gençler olur.
Memleketin bu halinden politikacıları sorumlu tutmak bana göre nahiflik olur. Sorumlu topyekün sistemdir. Politikacılar da o sistemin idamesini sağlamakla mükellef araçlardan başka bir şey değillerdir.
Sistem paradır, sistem bankalardır, medyadır, telekomünkasyon şirketleridir, holdinglerdir. Kendilerini televizyonda yayınlanan reklamları sayesinde yakından tanıyorsunuz.
Sistem soyumuzun değil,tüketimimizin devamını istiyor!
Ne güzel çizilir resimleri o reklamlar da! İnsanın “iyi ki varsınız” diyesi gelir. Kendimizi onlarsız ne kadar eksik hissedeceğimizi düşünür efkarlanırız hatta kimi zaman.
O bankaların tüm amacı bizi mutlu etmek, iyi hizmet sunmaktır sadece. Beş gişe varken yalnızca iki gişenin açık olduğu şubelerde fatura ödemek, para çekmek için bir saati aşkın süre beklediğimde ettiğim o küfürleri hatırlar kötü hissederim kendimi. Kendi hataları yüzünden otomatik ödemeyi yapmayıp internetim kesildiğinde, işlerim aksadığında onlara kızdığımı hatırlar pişmanlık duyarım o reklamları seyrederken. Sabah ilk işim bankaya gitmek olur biliyor musunuz, varsın işim olmasın, 10 TL çekerim hesabımdan gerekirse. Maksat reklamında tasvir edilen o atmosferi teneffüs edeyim.
Ya o gazete reklamlarına ne demeli? Onlar özgürlüğün, hürriyetin simgesidirler. Bizi sisteme karşı, haksızlıklara karşı onlar korur. Yolsuzlukların, halka yapılan yanlışların takipçisidirler. (Reklamveren tarafından yapılmadılarsa tabi. Upps! Ağzımdan kaçıverdi işte.) Çalışanları yetkindir, bilinçlidir, bilgilidir, yeteneklidir, bizi geleceğe sağ salim taşımaya yeminlidir. ( Var ya, sigortasız çalışmayı kabul etsin, bunlar Makak maymununu bile editör yaparlar. Şempanzeler daha gelişmiş bir beyne sahip olduğu için yayın yönetmenliği için düşünülür.)
Cep telefonları yalnızca iletişim kurmak için olmadığını öğreniriz reklamlardan. Müziğini açarsınız daha duyarsız hale gelebilirsiniz çevrenizde olan bitene. Bir hatunun frikiğini, ya da sevgilinizle sevişmenizi ölümsüzleştirebilirsiniz fotoğraf makinesiyle. Arzu ederseniz tüm sınırları göz ardı edip globalleştirebilirsiniz bu görüntüleri. Ama cep telefonunun en önemli işlevi sizin kim olduğunuzu, hangi sınıfa mensup olduğunuzu belirlemesidir. Ben kimim? sorusuna kafa yoran enayi felsefecilerin topuna rahmet okutmuştur cep telefonu dediğiniz bu cücük şey.
Önce balık kartı alın siz, köpek de gelir arkadan, yat da?
Reklamlara bakacak olursanız memleketimiz tüm zebanilerine rağmen adeta bir cennettir. “Hayallerimizi gerçekleştiren” kartlar başka hangi ülkede vardır allasen. Al “balık kartı”, köpeğin olsun, Havai’ye tatile çık, yatın, katın olsun. Kriz varmış, işinden kovulmuşsun, borç batağındasın, hiç umursama. Harca harcayabildiğin kadar. Harca sistem seni harcayıncaya kadar. Ancak o anda anlayacaksın demek, sistem için para değil, sensindir harcanılabilir olan aslında.