Le notti bianche, Fyodor Dostoyevski’nin 1848’de yazdığı, ilk yazarlık dönemi üretimlerinden Belye nochi hikâyesinin -aslında kısa romanının (novella)-, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin lokomotif ismi Luchino Visconti tarafından, 1950’ler İtalya’sına göre modernize edilmiş uyarlaması. Daha önce birçok kez beyazperdeye, beyazcama aktarılan –ve daha sonra da aktarılacak olan- Beyaz Geceler’in en bilindik uyarlaması bu.
Film, Marcello Mastroianni’nin başarıyla canlandırdığı Mario’nun şehre –bu şehir kitapta St. Petersburg iken, filmde Venedik’i andırıyor, lakin filmde şehrin ismi geçmiyor- gelişi ile başlar. Sokakları yapayalnız, başıboş arşınlayan, ‘aylak’, toplum-dışı Mario, bir köprü üzerinde, tesadüfen kendisi gibi yalnız olan Natalia –kitapta Nastenka- ile karşılaşır. Mario ile Natalia, bundan sonra dört beyaz geceyi birlikte konuşarak, paylaşarak geçirirler. Çatışmanın filizlendiği yer de tam burasıdır; Mario, Natalia’ya karşı bir şeyler hisseder fakat Natalia, bir yıl önce giden sevgilisini beklemektedir; geceler boyunca Mario’ya, giden sevgilisini anlatır…
Kitabını uzun süre önce okuduğum Beyaz Geceler’i izleyince, Dostoyevski’nin ilk eseri İnsancıklar (Bednye Lyudi, 1846) ile bu eser arasında hayli paralellikler olduğunu fark ettim. İnsancıklar, bilmeyenler için belirtelim, genç Varvara Alekseyevna ile yaşı geçkin Makar Alekseyeviç arasındaki mektup trafiğininin kurgulanması ile oluşturulmuş bir roman. Kitapta, bir devlet dairesinde memur olan –Yeraltından Notlar’da (Zapiski iz podpolya, 1864) da gördüğümüz tipik Dostoyevski karakteridir; parasızlık çeken küçük memur Makar, aynen Beyaz Geceler’deki Mario gibi, sevdiği kadına derinden bağlıdır ve onun için maddi, manevi her türlü fedakârlığı yapar. Ne var ki, Varvara gidip, bir toprak sahibiyle evlenir. Bizim karakterimiz Mario’nun da sonu Makar’dan farksız olacaktır. İlişkiler sürecinde her iki erkek de -Makar mektuplar aracılığıyla, Mario yüz yüze- sevdikleri kadınların başka bir erkekle ilişkilerini dinlemek, öğrenmek suretiyle acı çekerler.
Ortada bırakılan erkeklerin yanında, iki kitaptaki kadın karakterler de oldukça benzer yanlar taşıyor. Natalia, Varvara’nın gençliği sanki, tam manasıyla birbirlerini tamamlıyorlar. İnsancıklar’da, Varvara’nın Makar’a sadece ilk bölümünü gönderdiği günlükte anlattığı aşkı, bizzat Natalia yaşıyor Beyaz Geceler’de. Pansiyona taşınan, ayrıksı bir adama ilgi duyuyor. Hatta, Natalia da Varvara gibi, ilgi duyduğu adamın odasına giriyor ve kitaplara göz atarken, adama yakalanıveriyor. Yakınlaşma da bu gelişmelerden sonra başlıyor. İlk temas bile İnsancıklar’dakiyle birebir aynı. İnsancıklar’da, günlüğün devamını gönderilmediği için, bu ilişkinin nasıl bir boyuta ulaştığını öğrenemiyoruz. Bununla beraber, Beyaz Geceler’de ilişki evriliyor, ciddi bir tona bürünüyor. Bu açıdan bakılınca, Dostoyevski’nin en hafif eseri sayılan Beyaz Geceler, İnsancıklar’daki günlüğün geliştirilmiş hali olarak görülebilir pekala.
Tabii filmde Dostoyevski’nin ağır psikolojik çözümlemelerinden pek eser yok. İlişki öncesi karşılıklı şifahen bir anlaşma zemini aranır ya, Natalie ile Mario arasında o türden, melodrama meyleden diyaloglar dönüyor daha çok. Yani, günümüz sinemasında Woody Allen’in izleğini sürdüğü bir sinema anlayışının öncülü, ilk örneklerinden diyebiliriz rahatlıkla Le notti bianche için.
Filmde öyle ahım şahım bir yan karakter yok, yan karaktere pek gerek de yok gerçi böylesi bir filmde. Her sabah, mendebur bir pansiyon sahibesinin gözetiminde uyanıyor Mario. (Pansiyon sahibi/sahibesi, Dostoyevski’nin sıkça kullandığı karakterlerden biri olup, yine yazarın ilk dönem eserlerinden Ev Sahibesi’nde [Hozyayka, 1847] eksen karakter olarak karşımıza çıkar. Dostoyevski etkileşimli bu pansiyon/sahip motifini bizde de Zeki Demirkubuz sinemasında görmek mümkün.) Yan karakterden biri bu pansiyon sahibesi, diğeri ise Natalia’nın aşık olduğu adam. Bunların haricinde filmde, geceleri boş sokaklarda dolaşan iki siluet göze çarpmakta. Bunlar, Mario ve Natalia’nın gelecekteki izdüşümleri olarak yorumlanabilir sanıyorum. Siluetlerden erkek olanı, Mario gibi bir aylak, kadın olanı ise düşmüş bir hafifmeşrep. Dostoyevski’nin Ortodoks konservatist yönü, hafifmeşrep siluette biçimlenmiş gözüküyor; geçmişte hata yapmış, umutsuz bu kadın, Mario’yu görünce aradığı adamın o olduğuna kendine inandırıyor. Tabii, Mario böyle bir kadınla ilişki kurmaya yanaşmıyor. Le notti bianche’yi, Antichrist (2009) gibi tamamen iki ana karakter arasında kurgulanmış olmasa da, bu kategoride değerlendirebiliriz. Richard Linklater’ın şehir ve aşk ikilemesi Before Sunset (2004) ile Before Sunrise (1995) de daha yerinde referanslar olarak eklenebilir bu listeye.
*Yazıda karışıklık olmaması için kitaptan söz ederken Beyaz Geceler; filmden bahsederken Le notti bianche ifadelerini kullandım.
Yönetmen: Luchino Visconti
Senaryo: Suso Cecchi d’Amico, Luchino Visconti (Fyodor Dostoevski’nin Beyaz Geceler romanından uyarlama)
Oyuncular: Maria Schell, Marcello Mastroianni, Jean Marais, Marcella Rovena
Yapım: 1957, İtalya/Fransa, 97 dk.