Küçük müçük ama ben bu kadar bereketli festival görmedim. Vizyona girseler Hollywood sinemasının ruhuna rahmet okutacak filmler izledim. Tabi başrollerde yüzleri, ünleri için değil, yetenekli olduklarına inanıldığı için seçilmiş oyuncular. Bu da çoğunun vizyona giremeyeceği anlamına geliyor. Ama yine de Bir Film’den ve onun gibi sinema cengaveri film şirketlerinden ümit kesilmez. Bu filmleri girerse vizyonda, gelirse festivallerde ya da nerede bulursanız orada seyretmenizi öneririm.
Festivalin yarışma bölümündeki filmlerle başlarsak:
The Investigator (A nyomozo)
Yön: Atilla Grigor
Oyn:Zsolt Anger, Judit Rezes, Sandor Terhes
Benim festivalde seyrettiğim en iyi filmdi. Başrol oyuncusu Zsolt Anger En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Polisiye bir mevzunun çevresinde şekillense de Dostoyevski’den Kafka’ya pek çok yüksek sanat erbabına selam çakıyordu bu kara film. 37 yaşındaki patolojist Tibor çok yalnız bir karakterdir. Hayatı ölüleri toparleyıp onu son bir kez görecek sevenlerinin hatırlamak isteyeceği şekle sokmakla geçmektedir. Hayattaki tek akrabası annesi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır ve ameliyatı için yüklü bir par gerekmektedir. Bu çaresiz anında hiç tanımadığı bir adam ona ilginç bir teklifte bulunur. Göstereceği adamı öldürürse ona ihtiyacından da fazla bir para verecektir. The Investigator yönetmenin (aynı zamanda yazarı) ilk filmi.
Cold Lunch / Lonsj
Yön: Eva Sorhaug
Oyn: Ane Dahl Torp, Pia Tjelta
Bu da yönetmenini ilk uzun metrajlı filmi. FIBRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği) sitesi için yazdığım yazıda bu filmin Paul Thomas Anderson’un Magnolia’sı ile karşılaştırılabileceğini söylemiştim. Hollywoodlu oyuncuları olsa Oscar’a birkaç dalda aday gösterildi. Film için “çoklu karakter draması” denebilir. Farklı hayatları olan bu karakterler bir şekilde aynı hikayenin elemanları haline geliyorlar yavaş yavaş. Ustalıkla yazılmış bir senaryo. Tek defosu bence bir kadın yönetmenin elinden çıktığı fazlaca belli oluyor. Hikayede kadınlar hep mazlum, erkekler hep zalim.
Yarışma dışından filmlerden bir “Landlord demeti” sunacak olursak.
(Aşil ve Kaplumbağa)
Yön: Takeshi Kitano
Oyn: Takeshi Kitano
Kitano usta son filminde, önceki filminde (Glory To the Filmmaker) başladığı “sanat felsefesine” devam ediyor. Bu kez hedefe sinemayı değil, resmi koyuyor. Resme meraklı küçük Machisu’yu alıp yaşlı bir adam olana kadar bize izlettiriyor ve onun aracılığıyla eteğindeki resim sanatıyla ilgili taşları döküyor Kitano. Bu film aynı zamanda Takeshi’s ile başlayan “zor hazmedilir filmler” döneminin sonunu ilan ediyor sanki. Kitano son derece gerçekçi ve hüzünlü bir hikayeyi yine kendine has ironi ve mizahla harmanlıyor. Film Kitano’nun ressam yönünü keşfetmemizi sağlaması açısından da ilginç. Filmde görülen onlarca tablonun hepsi Kitano’nun elinden çıkma.
Yön: Hans-Christian Schmid
Oyn: August Diehl, Fabian Busch
Festivallerden ödüllerle dönen, kimileri tarafından “tüm zamanların en iyi hacker filmi” olarak tanımlanan film 1980’li yıllarda geçen gerçek bir olayı konu alıyor. 19 yaşındaki Karl Koch kafayı başta İlluminati kaynaklı komplo teorileriyle kafayı bozmuştur. İnternetin yeni yeni ortaya çıktığı bu dönemde “hackerlık” yaparak İlluminati düzenine başkaldırmaya karar verir. Olaylar öyle gelişir ki, kendini bir anda KGB için casusluk yaparken bulur. Çok gizli bilgilere ulaşması için evdeki Atari’si yeterli olmaktadır. Gerçekten seyrettiğim en iyi hacker filmlerinden biriydi 23. Üstelik dönem filmi olarak da şahaneydi.
Yuri’s Day
Yön: Kiril Serebrenikov
Oyn: Kesenia Rappoport, Sergej Sosnovskij
Kendini bir kabusun ortasında bulan ve giderek bu kabusa alışıp şartlara adapte olan bir kadının öyküsü.Ortalama seyircilerin sonunu getiremeyeceği ama sinefillerin baştacı edeceği bir film. Yönetmeni halihazırda Rusya’nın en önemli tiyatro yönetmenlerinden biri ama filmde o eğreti teatral devşirmelik yok. Her şey ünlü opera sanatçısı Ljuba’nın oğluyla Rusya’da doğduğu kasabaya gelmesiyle başlıyor. Amaçları bu fakir, sefil, yabancılara hoş bakmayan yerde kısa bir nostaljik tur yapıp geri dönmekken, Ljuba’nın oğlunun ortadan kaybolmasıyla işler karışıyor. Film de zaten asıl buradan sonra başlıyor. Yuri’nin Günü, bir anneyle oğlunun ilişkisinden çok, Rusya’nın geçmişine, şimdisine ve geleceğine ağıt yakan alegorik bir film. Halüsinasyonla gerçeğin birbirine karıştığı, zaman mefhumunun belirsizleştiği, paranoyanın hakim olduğu filmin atmosferi bana biraz da Donnie Darko’yu çağrıştırdı.
Belki bir ara devam ederiz, şimdilik bu kadar…