Film hiç de beklemediğim bir ‘sürpriz’ sekansla başladı. Tabii Coen Biraderler’den sürpriz beklememe gafletinin şerefi de aynen bana aitti. ‘Modern zamanlar’ın altmışlı yıllarında geçmesini beklediğimiz filmin -olağanüstü güzellikte kotarılmış- bu girizgâhı, çok daha eski yıllardaki bir köy evine ve içinde yaşayan Yahudi bir karı-kocaya götürüyor bizi.
Numan Serteli
Bu arada, “bu yazıyı okuyanlar için pek de sürprizlik bir durum kalmadı maalesef” diye düşünmeyin çok rica ederim.. Bakın işte tam da burada -hiç durmadan- “şu mevzuyu bi anlatsan ya lan!” deyu başımın etini yiyen ‘öteki ben’i tersliyor ve hınzırca bir gülümseme eşliğinde işin daha fazla Dybbuk’unu falan çıkarmadan susuyorum..
“Ben Hiçbir Şey Yapmadım Ki!”
Filmin bundan sonraki kısmından tamamen bağımsız gibi duran bu açılış sekansı sonrası, kendimizi, yoğunlukla Yahudilerin ikamet ettiği, çatılarında -uydu öncesi- çubuklu antenler barındıran müstakil evlerden meydana gelmiş ABD’nin bir kasabasında buluruz..
Bir üniversitede fizik profesörü olan Larry Gopnik (Michael Stuhlbarg), bu evlerden birinde, karısı Judith, kızı, oğlu ve -bir süredir ‘müzmin misafir’ pozisyonundaki ağbisiyle ikamet eden, orta yaşa yeni demir atmış bir arkadaşımızdır. Ev ahalisini şöyle bir tanıyacak olursak: Bir süredir salondaki kanepeye konuşlanmış Arthur Amca (Richard Kind), profesör kardeşi kadar -matematiğe falan- kafası çalışsa da bir baltaya sap olamamış, işsiz, asalak tabiatlı ve sürekli ‘tuvalet işgalcisi’ bir adamdır..
Görünürde her şeyi eksiksiz gibi duran (Bir başka terbiyeli deyişle- şeyi şeyine denk) kardeşine özendiği hatta onu kıskandığı da söylenebilir; lakin hiç bilmez ki o ‘zavallı’ kardeşi kime özensin?!
13. yaş törenine (Bar Mitzvah) az kalmış Danny (Aaron Wolff) oğlan, bir Yahudi okulunda öğrenimden çok haylazlık yapan, esrar almak için arkadaşına borç takan, gizlice sipariş ettiği müzik albümleri için babasına katmerli faturalar çıkartan ve derslerde portatif radyodan kulaklıkla rock müzik dinleyen bir yaramaz velettir..
Radyosunu ve bunun kılıfına sokuşturduğu dolarları -ders anında- öğretmene kaptıran Danny’nin bundan sonraki mühim icraatı: En büyük eğlencesi olan radyosunu yeniden ele geçirmek ve alacağının, dolayısıyla da bizzat kendisinin peşine düşmüş arkadaşından mümkün olduğu kadar hızlı koşarak kaçabilmektir..
Hemen her ergen kız çocuğunda görülen bir özellik olarak, ailesine isyanda sınır tanımayan evin kızı Sarah (Jessica Mcmanus), ömrünün uzun bi bölümünü banyoda geçiren amcasından fırsat buldukça sık sık saçını yıkayan, tabii ki gezmelere doyamayan, istikbalde olmayı planladığı estetik ameliyatlar için -babadan araklamalı- para stoklayan bir diğer baş belasıdır..
Orta yaş bunalımına gark olduğunu da düşündüğüm, birlikte iki çocuk yaptığı bu sıkıcı adamdan kurtulmayı kafaya koymuş Judith Gopnik (Sari Lennick), ayrılmak isteğini bir gün -hem de pat diye- Larry’ye açıklar. ‘İzansız ve insafsız’ bu kadın (Bana göre tabii), hem de kocasının arkadaşı -belki de- dünyanın en yüzsüz, en iğrenç heriflerinden biri olan Sy Ableman (Fred Melamed)’a aşık olmuştur.. Üstelik bu azgın hanfendi, ‘ağzı var dili yok’ gül gibi kocasının derhal evi terk etmesini de ister ki yuh olsun ervahına!.
İşte böylesine ‘boktan’ bir aileye sahip Larry Gopnik -sadece bu film kapsamında bile- başına gelen bir sürü belaya ya da probleme karşılık takındığı tavrını, karısının boşanma isteği ya da kendi evinden kovulma gerçeği karşısında da aynen takınır: “Ben hiçbir şey yapmadım ki!”
Dünyaya Gelmiş Olman Yeterli Canım Kardeşim
Dinine, geleneklerine lâyıkıyla bağlı olmaya çalışan Larry, maruz kaldığı zor durumlarda ağzından dökülen bu “Ben hiçbir şey yapmadım ki!” cümlesinin -doğrusu- hakkını veren bir adamdır. O gerçekten de pek bi şey yapmaz. Dışardan bakıldığında, çevresine ve olaylara kayıtsız ve tepkisizmiş gibi duran sakin görünümünün ona, ‘Başına Gelen Her Şeyi Sadelikle Karşılayan Adam’ imajı vermesi yanıltıcıdır.
Oysa o, ‘hiçbir şey yapmadığı halde’ bi şekilde kucağında bulduğu sorunlar karşısında tamamen şaşkındır.. Tepkisiz görüntüsünün altında saklanan iç dünyasında fırtınalar kopmakta, başına gelenleri anlayamamanın bunaltıcı etkisi rüyalarını bile kâbusa çevirmektedir..
Yine de inanılması güç bir sabır göstererek ya da bir şey yapmayı göze alamayarak, olayları oluruna bırakan Larry, girmiş olduğu maddi ve manevi çıkmazdan kurtulmak için kasabadaki en gencinden en yaşlısına bütün hahamlara akıl danışmaktan da geri durmaz..
Cümle hahamlardan, bizzat kendilerinden başkasına hayrı dokunacak ve işe yarayacak bir nane çıkmadığını gördüğünde -umalım ki- hakikatin farkına varmış ola..
Öte yandan, garibim saftirik profesör bilmemektedir ki bu dünyada başına herhangi bir şey gelmesi için insanın bir şey yapması gerekmemekte, bunun için dünyaya gelmiş olmanın bile yeterli şart olduğunu ise hiç düşünememektedir..
Ve Jefferson Airplane’den Geliyor
Bazı filmleri, hikayesini okuyarak ya da bizim yaptığımız gibi yazarak onu neredeyse sinemada izlemiş/izletmiş kadar olabiliriz. Elbette ne kadar ‘sanat’ olabileceği epeyce tartışılması gereken böylesi filmlerin varlığı bir hakikat. Bir de bu durumun tam tersi filmler var tabii.. Hikayelerini anlatmanın anlamsızlığını illaki özüme hissettiren Coen Kardeşler’in -hemen hemen bütün filmleri gibi- bunu da seyretmekten başka çaren yok sayın seyirci!
Siz bakmayın bize -işimiz icabı- anlatıyoruz falan ama boş işler bunlar! Anlatmakla olmaz, gidip göreceksin!
Yönetmen kardeşlerin, ‘normal’ filmlerin hikaye anlatım biçimine hiç benzemeyen, adeta muallâkta asılı kalmış vaziyetteki olaylar arasında olması gereken ‘sebep-sonuç’ ilişkisini de pek iplemeyen bu tarzlarına -zor da olsa- alıştık diyebiliriz.. Ancak, özellikle bu filmde zirveye çıkan absürtlük seviyesiyle coşan kara mizahı da göz önüne aldığımızda, A Serious Man seyircisinin işinin, hiç kolay olmadığını da rahatlıkla söyleyebiliriz..
Evet, hem filmi izlerken, hem de sonrasında seyirciye de epey iş yükleyen (Bir süre, üzerine düşünmek gibi) böylesi filmleri beğenmemek kolay; lakin anlamaya çalışmak hatta bunun için uğraşmak.. işte o zor!
Öyle ki, tıpkı bu filmde karşılaştığımız çoğu karakterin birbirlerine ‘boş boş’ bakmalarına benzer şekilde -seyirci olarak- bizim de perdeye aynı anlamsızlıkta bakarak, sonuçta pek bi şey anlamadan sinemadan ayrılmamız da gayet olası..
Geçtiğimiz İstanbul Festivali’nde izlediğimiz, yönetmen Todd Solondz‘un Life During Wartime‘ını, Amerika’daki Yahudi cemaatinin içine oldukça doğrudan giren nadir filmlerden biri olarak değerlendirdiğimi hatırlıyorum. Tabii bu saptama bu filmi görmeden önce yapılmıştı.. Gördük ki A Serious Man, Yahudiliğin tam da ortasına çörekleniyor.. Yalnız bu durumda, cemaatle ilgili bilgisi zayıf düzeydeki izleyiciler için, çok sık karşılaşılan bazı ‘lokal’ kavramları anlamaya çalışmanın, oldukça âlâka ve zaman kaybına neden olabileceğini de düşünüyorum..
Coen Kardeşler -bilindiği üzre- ya oldukça gerilimi ve sertliği yoğun, kara filmler çekiyorlar, ya da o karalığı yoğun mizahla yumuşattıkları komediler..
Anladığımız kadarıyla- yönetmen kardeşlerin bir zamanlar yetiştikleri çevreyi ve insan örneklerini yansıtmayı amaçladıkları, oldukça ‘kişisel’ bir çalışma olarak Ciddi Bir Adam, sanki bu iki türün ortalama özelliklerine sahip..
Çok sert olmayan ama adamın oldukça canını da sıkan, bunaltan bir dram ve pek de eğlenceli olduğu söylenemeyecek türde bir komedi..
Ve de Jefferson Airplane‘nin nadide çiçeği Grace Slick‘in sesinden, muhteşem bir “Somebody To Love“..
Fevkalade, 9!
A Serious Man (Ciddi Bir Adam)
Yönetmen : Ethan Coen, Joel Coen
Senaryo : Joel Coen, Ethan Coen
Oyuncular: Michael Stuhlbarg, Richard Kind, Fred Melamed, Sari Lennick, Aaron Wolff, Jessica Mcmanus
Yapım : 2009, ABD / İngiltere / Fransa , 105 dk.