İspanyol yönetmenlerin korku filmlerini kaçırmamaya büyük özen gösteririm. Çünkü kişisel tecrübelerim gotik korku filmi çekme konusunda İspanyollar’ın eline kimselerin su dökemeyeceği yönünde şeyler söylüyor bana.
Jaume Balagueró‘nun 2002 tarihli filmi Karanlık‘ı (Darkness) pek sevmiştim. Yine onun imzasını taşıyan İsimsiz‘i (Nameless- 1999) ve Kırılgan‘ı (Fragile – 2005) da keyifle izlemiştim. Ama sinemalarımızda gösterilmekte olan son filmi Rec: Ölüm Çığlığı beni tam anlamıyla uçurdu. Yaşayan Ölüler’le ilgili yapılmadık daha ne kaldı derken, janrı hatmetmiş becerikli kişinin bu ölümsüz malzemeden her zaman iyi bir korku filmi çıkarabileceğini gösterdi. Bunu yaparken yalnız değildi tabi. Filmi Luis Berdejo ile birlikte yönetti.
Karantina altına alınan bir aprtmanda yaşayan ölülerle kapalı kalan bir grup insanın tüyler ürpertici hikayesini anlatan Ölüm Çığlığı önceki Yaşayan Ölü filmlerinden farklı olarak şöyle bir duygu taşıyordu: hikayenin talihsiz kurbanları normal hayatın tam ortasındaydılar yani kurtuluşa çok yakındılar. Düşünü ki, içinde cehennemin ta kendisi yaşanırken, apartmanın kapısının önü polis, itfaiye kaynıyor. Kurtuluş dokunma mesafisindeyken, korku filminin size yaşattığı çaresizlik hissinin katmerlendiğini öğrendik Rec: Ölüm Çığlığı sayesinde.
Balaguero’nun filmi bana Yaşayan Ölüler filmlerinin yanı sıra, Ters Ninja’da çok önce bahsetmem gereken bir yönetmenin filmlerini hatırlattı. Alex de la Iglesia‘nın filmlerinden söz ediyorum. İspanya’da çektiği filmler kült mertebesine çıktıktan sonra Hollywood’a transfer olan bir korku-gerilim/kara mizah ustası Alex de la Iglesia’nın.
Iglesia ile Metin Demirhan sayesinde tanıştım. Bana bir gün bir film verdi Metin, “Bayılacaksın,” diyerek. Eve koşturup hemen oturdum televizyonun karşısına, filmi takıp çalıştırdım VCD Player’ı. (O zaman daha DVD’ye geçilmemiş.)
Filmin adı El Día de la Bestia (The Day of the Beast). Bir apartman dairesinde başlayıp, neredeyse orada biten bir film. Müthiş bir kara mizah örneği. Aynı zamanda korku, gerilim had safhada.
Film, şeytanla iletişime geçmeye çalışan üç adamın hikayesini konu alıyor. Adamlardan biri Katolik bir rahip, biri Death Metal manyağı ve sonuncusu bir televizyon sunucusu. Fantastik ve ührevi amaçlarını hayata geçirirken (bu amaç uğruna gizli mesajları alabilmek için sokak efsaneleri uyarınca Death Metal albümlerini tersten dinlerler) karşılarına hep dünyevi engeller çıkar. Aslında rahip bu işe insanlığı kurtarmak adına kalkışmıştır. Aldığı duyumlara göre Anti-Christ (Sahte İsa) o yılbaşı sıradan bir bebek olarak dünyaya gelecektir. Rahip Şeytan’a bu bbeğin tam olarak nerede, ne zaman doğacağını sormaya niyetlidir. Diğer iki elemanın ajandası biraz daha farklıdır tabi. Bugün kült bir film olarak görülen The Day of the Beast, Iglesia’nın geniş kitlelerce tanınmasını sağlamıştır.
1965 yılında Bilboa’da doğan Iglesia üniversitede felsefe okurken kendini bir anda çizgiroman sektöründe çalışırken bulur. Ardından prodüksiyon tasarımcısı olarak sinemaya geçer. Bugüne kadar filmlerinde çalışmaya devam ettiği José Guerricaechevarria ile tanışıp beraber ilk kısa filmlerini çekerler: Mirindas Asesinas (1991) Film aklını kaybetmekte olan sıkıcı bir adamla ilgilidir. Adam psikopat bir katil olma yolunda ilerlemektedir.
Iglesia’ya 1993’te Pedro Almodovar arka çıkar ve onun ilk uzun metrajlı filmi Mutant Action‘ın (Accion Mutante) yapımcılığını üstlenir. Gelecekte geçen ve özürlü insanların baskııcı rejimin yakışıklı liderlerine isyan etmesini konu alan film Montreal Fantazya Festivali’nde iki ödül ve üç Goya kazanır.
Iglesia, The Day of the Beast‘i bu filmin ardından çekecek ve bu kez En İyi Yönetmen dalı da dahil olmak üzere, 6 Goya kazanacaktı.
1997’de Hollywood için Perdita Durango‘yu, 1999’da İspanya’da yine ses getiren bir film olan Dying of Laughter‘ı çeken Iglesia, 2000 yılında kendine 15 Goya adaylığı getiren muhteşem filmini çekti: Halkımız Avanta Peşinde (La Comunidad / Common Wealth)
Ki Rec: Ölüm Çığlığı‘nın asıl hatırlattığı film budur bana. O kadar ki, Balaguero sanki bilinçli olarak gönderme yapmaktadır Iglesia’nın filmine.
La Comunidad’ın hikayesi emlakçı bir kadının daire göstermek için bir apartmana gelmesiyle başlar. Tıpkı Rec:Ölüm Çığlığı’ndaki televizyon muhabiri gibi. Bundan sonrası da büyük benzerlikler taşıyor. Çünkü ardından apartmanın bir dairesinde bir sorun çıkar ve itfaiyeye haber verilir. İtfaiye erleri gelip daireye girerler ve beklemedikleri bir manzara ile karşılaşırlar. Dairenin sahibi günler önce ölmüştür. Olaylar ilginç bir şekilde gelişir ve emlakçı kadın ölen adamın sakladığı paraları bulur. Yapması gereken tek şey bu paraları bir bavula doldurup apartmandan kaçmaktır. Ama bilmediği şey tüm apartman sakinlerinin de yıllardır bu paranın peşinde olduğudur. Parayı ele geçirmek için cinayet dahil her şeyi yapmayı göze alan apartman sakinleri ve emlakçı kadın arasında gerilimli bir kovalamaca başlar. Rec:Ölüm Çığlığı’ndaki ya da Polanski‘nin Kiracı (The Tenant) filmindeki gerilimin şiddetinden geri kalmayacak bir kovalamacadır bu.
Ama aslında kara mizahtır Iglesia’nın yaptığı. İnsanların paraya, konfora, sınıf atlamaya olan açgözlülüğünü anlatmaktadır. Ve yeri geldiğinde en vahşi hayvandan daha acımasız olabileceğini… Iglesia’nın insanın doğasına karamsar bir bakışı vardır, daha doğrusu modern toplum insanına. Kara mizahının yakıtı da budur zaten.
Iglesia 2000’de 800 Kurşun‘u (800 Ballas) ve 2004’de Ferpeck Crime‘ı (Crimen Ferpecto) çekti. Çok ses getirmedi bu filmler. Son çalışmalarından biri ise Arjantinli ünlü matematikçi ve yazar Guillermo Martinez‘in romanını uyarlaması The Oxford Murders (Oxford Cinayetleri). Filmde Elijah Wood, John Hurt ve Leonor Watling gibi oyuncular rol alıyor.
Bu filmleri de mutlaka izleyin!
1. Yetimhane / Orphanage Yön: Juan Antonio Bayona
2. Şeytanın Belkemiği / Devil’s Backbone Yön: Guillermo Del Toro
3. Diğerleri / The Others Yön: Alejandro Amenabar
4. 28 Hafta Sonra / 28 Weeks Later Yön: Juan Carlos Fresnadillo
5. Kurban / Second Name Yön:Paco Plaza
6. Cronos Yön: Guillermo Del Toro