Evde oturmuş DVD seyrediyorum. Filmin bir sahnesinde tanıdık bir ses çalınıyor kulağıma. Zeki Müren bu. “Gözleri aşka gülen taze söğüt dalısın / Gel bana her gece sen gönlüme doğmalısın / Tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel / Ah ne güzel ne güzel seni sevmek / Ah ne güzel ne güzel. Ama bu filmde rastlamayı umacağım türden bir şarkı değil bu. Çünkü Elveda Aşkım (Arrivederci Amore, Ciao) adlı bir İtalyan filmi seyrediyorum. Sonra birden Tarkan’ın da bir şarkısının yabancı bir filmde kullanıldığını hatırlıyorum. Acaba bu şarkıların telifleri ödendi mi, sorusu beliriyor aklımda?
Güney Kore sineması son dönemde epeyce şaşırttı beni. Park Chan Wook’un Old Boy ve Sympathy For Mr. Vengeance filmlerinin istisnai olacağını sanıyordum ama art arda öyle filmler seyrettim ki, Güney Kore sinemasının Hollywood’u çoktan geride bıraktığına emin oldum. Kulağınıza suç kaçırmak için o filmlerden birkaçını sayayım. Zaten artık iyi bildiğinizi düşündüğüm Kim Ki-Duk filmlerini (ama onun sinemaya gelmeyen The Isle ve Bad Guy gibisinden filmlerine de ilgi göstermek lazım) atlayarak konuşursak yine sinemalarımıza uğrayan Host’un yönetmeni Bong Joon-Ho’ya ait Memoirs of A Murder, Yu Ha’nın Dirty Carnival’ı, RyooSeung-Waan’ın Vahşet Şehri The City of Violence) filmi ve tabii ki Kim Jee-Woon’un Acı Tatlı Hayat’ı ( A Bittersweet Life). Bu filmlerin hepsi de bana göre birer başyapıtdı. Bu arada çevrisini önce kabul edip, sonra işlerimin yoğunluğu sebebiyle (ve kimseleri zor bir duruma sokmadan) geri vermek zorunda kaldığım Güney Kore Sineması’nın yakında piyasada olacağını kitabın editörü Ertekin Akpınar’dan öğrendim. Buradan müjdeleyeyim.
Seyrederken çarpıldığım bir diğer Güney Kore filmi de Choi Jin-Won’un Mr. Socrates’iydi. Bu filme ve Güney Kore sinemasına belki daha sonra daha geniş yer ayırırız. Ama konusu tamamen farklı olan bu yazıda bugünlük misafirler. Güney Kore sinemasıyla ilgili girizgaha vesile olan Mr. Socrates filmi, bu filme özellikle değinmemizin vesilesi ise filmin tamamına yayılan tema müziği.
Şimdi dikkat! Bunu öyle sağda solda duyamazsınız. Bu ilk defa Tersninja.com’da gündeme getiriliyor. Mr. Socrates filminin tema müziği Tarkan Tevetoğlu’na ait. Şarkı ise Ölürüm Sana. Dikkatimi çeken bir şarkı olmadıktan sonra filmlerin son jeneriğinin tamamını izlemem. Zaten özellikle DVD’lerde bu yazılar pek okunaklı olmaz. Ama Mr. Socrates’in tüm son yazılarını dikkatle takip ettim, üstelik bir kelimesinden bile bir şey anlamamama rağmen. Çünkü yazıların tamamı Korece idi. Sonra bana metrelerce uzunluktaymış gibi gelen o yazı şeridinin Latin harfleriyle yazılmış tek satırı belirdi. Tarkan Tevetoğlu – Ölürüm Sana. Ortada bir “araklama” durumu mevzu bahis değildi. Parasını ödeyip şarkının kullanım hakkını almışlar, üstelik künyede Tarkan’a özel Latin harfleri kullanarak bu işbirliklerine gösterdikleri saygıyı da ispatlamışlardı.
Sonra başka bir film çıktı karşıma: Elveda Aşkım / Arrivederci Amore, Ciao. Sanırım sinemalarda gösterilmemiş olan bu filmin DVD’si As Sanat’dan çıktı. Türkiye’deki dağıtım hakkı ise Chantier Films’e ait. Çizgi roman meraklılarının yakından bildiği İtalyan çizgi romanı Dylan Dog’tan uyarlanan ve başrolünde Rupert Everett’in yer aldığı sinema filmi Dellamorte Dellamore’nin yönetmeni Michele Soavi yönetmiş bu filmi. Zaten filmde Dylan Dog’a ve Dellamorte Dellamore’ye yapılan göndermeler de var.
Filmin başrol oyuncusu Alessio Boni inanılmaz derecede Hugh Jackman’e benziyor. O kadar ki Jackman’ın annesi bu filmi izlerse Boni’den DNA testi isteyebilir ve belki de kocasının yıllar önce İtalya’nın romantizmine kapılıp yediği naneyi su yüzüne çıkarabilir 🙂
Elveda Aşkım bir roman uyarlaması. Yetenekli Bay Ripley’i aratmayacak bir karakterin Giorgio Peregrini’nin gerçeklere dayandığı söylenen hikayesini konu alıyor. İtalyan sinemasının alışıldık örneklerinden değil film. Hollywood’a daha yakın duruyor sanki. Doğru oyuncu ve yönetmenle (politik anlamda) Oscar törenine davetiye kazanabilecek bir film hatta.
Bu uzun soluklu hikaye başka bir İtalyan yönetmenin elinde sıkıcı bir filme dönüşebilirdi. Soavi ise dramatik yapısı güçlü bu hikayeyi aynı zamanda sürükleyici ve gerilim dolu bir serüvene çevirmeyi becermiş. Çizgi roman kültürüne ve duygusuna sahip olmasının bunda büyük payı var. Bu birikiminden belli ki yalnızca hikayeyi ele alırken değil, kamerasıyla kareler oluştururken faydalanmış.
Ama ne yazık ki tüm bu olumlu noktalar bile filmin büyük ayıbını kapatmaya yetmiyor.
Filmin seks kulübünde geçen sahnelerinden birindeyiz. Müşteri kendisine ayrılan özel bir odada “kendi özelini” yaşarken arka planda bir şarkı duyuluyor. Tema müziği değil. Belli ki kulübün seçtiği şarkılardan biri bu. Söyleyeni tanımak için kulak kabartmaya bile gerek yok. Şarkı o kadar belirgin. Bu Sanat Güneşi’miz Zeki Müren. Gözleri Aşka Gülen şarkısı otuz saniye kadar çalıyor. Yabancı bir filmde Türk Sanat Müziği’ne, hele ki Zeki Müren’e yer verilmesi aidiyet duygumuzu okşuyor. Ama filmin son jeneriğindeki şarkı listesine baktığımızda okşama hareketini yapan o elin şimdi orta parmak haricindeki tüm parmakları kapatılmış bir halde bize doğru uzatıldığı hissine kapılıyoruz. Çünkü listede ne Zeki Müren’in ne de şarkının ismi yer alıyor…
Suç duyurusuysa suç duyurusu… Yok, işin hukuki boyutunda bilmediğimiz bir şey varsa, o zaman yalnızca bir ayıbın, bir vefasızlığın ifşası… Ama biz bu durumu gündeme getirelim istedik. Belki birileri duyar da, yanlışı olan bizsek bizi aydınlatır. Ya da belki biri duyar da hakkımızı arar. “Hakkımızı”, diyorum çünkü bildiğim kadarıyla Zeki Müren’in şarkılarının hakkı mirasçılarına değil, bir vakfa ait. Vakıf demek de bir nevi halk demek.