‘Bilmem kim bilmem kime karşı’ formülü, çizgi romanlardan ziyade süper kahramanlı macera filmlerinde çokça kullanılan, dikkat çekici ve fazlasıyla da merak gıdıklayıcı bir yöntemdir. Bu kahramanların illa birer düşman gibi karşı karşıya gelmeleri şart değildir aslında; yan yana gelmeleri de yeterlidir..
Numan Serteli
Çocukluğumdan hatırlarım, okuduktan sonra belli sinema önlerinde değiş tokuş yaptığımız ya da sattığımız çizgi romanların her bir kahramanının bazı sayılarda bir araya geldiği iddiası, en önemli şehir efsanelerindendi..
Ne hikmetse o sayılar ya Amerika’da, ya da Avrupa’da basılmış olur ve asla Türkiye’ye gelmezlerdi.. En iyi ihtimalle de bilmem kim, dayısının oğlunun -kimsenin tanımadığı ve hiçbir zaman da tanışamayacağı- arkadaşının elinde görmüştür falan..
Bunlardan en çok ilgiye mazhar olanı da elbette, Tommiks ve Teksas‘ın yani Çelik Blek‘in bir araya geldiği, kutsal ve de gizemli, lakin kimselerin de hiçbir zaman okuyamadığı maceradır..
Bu birliktelik yakıştırmalarında bi ara öyle coşulmuştu ki yine ortak bir macerada lümpen ama yurtsever avcı Çelik Blek’in, her daim genç yüzbaşı Tommiks’in uzatmalı sevgilisi Suzi‘yi tavladığı ve birlikte halvet oldukları dahi -utanmadan- iddia edilmişti..
Sinemada bu yöntemin kullanılmaya başlaması da -her şeyde olduğu gibi- yine dış kaynaklıdır.. Benzerlik icabı bazı kahramanlar -normal şartlarda altında- buluşabilir belki ama bu işin raconu ve en ses getireni benzemezlerin bir araya gelmesidir..
İşte bugünkü konumuz olan filmde de ‘kendi branşlarında’ başarılı olmuş iki yaratık ağbinin, yani Kurtadam ile Frankeştayn canavarının -birbirleriyle oldukça alakasız da olsa- yan yana gelmesidir söz konusu olan..
Nasıl ki bizim Tarkan da Kolsuz Kahraman‘la karşı karşıya gelmiş; hatta işi iyice abartıp bir diğer Türk kahramanı olan Karaoğlan‘ın has düşmanı Camoka‘yla bile kapışmıştır ya.. İşte o hesap..
Tabii bizim aslan sinemacıları kim durdurabilirdi ki? Elalemin Amerikalı’sının Süpermen‘i ile Fransız’ın Fantoma‘sını aynı filmde buluşturmak dahi bize nasip olmuştur; Zorro Dişi Fantoma’ya Karşı filmini yapmak da.. Çok şükür!
Frankenstein Kurtadam’a Karşı: Bir An Evvel Ölmek İsteyen Kurt Adam’ın Maceraları
Bir kaç ay önceki bir yazımda, 1945 yılında Alkazar sinemasında seyreylediğim The Wolf Man filminden bahsetmiştim hatırlarsanız.. 1941 tarihli o filmin senaristi Curt Siodmak, iki yıl sonra da Frankenstein Kurtadam’a Karşı’yı yazmış ve Roy William Neill da yönetmiş.. Doğrusu pek hatırlayamadım ama zamanında bizde de gösterilmişse eğer, sinemada bunu da görmüşümdür muhakkak..
Bir klasik korku filmi klişesi olarak- muhtelif cam deney tüplerinden fokurdayarak gaz çıktığını gördüğümüz bir laboratuvar sahnesiyle başlayan ve jenerik kısmını bu fonun üzerinde bitiren film; gecenin bi vakti ellerinde fener taşıyan iki adamın bir mezarlığa girmesi ve oradaki Talbotlar’ın türbesinin kapısını kırmasıyla da mevzuya giriş yapar..
Bu sefil herifler, mevtalarla beraber gömüldüğü farz edilen değerli eşyaların peşindeki mezar soyguncuları olup, farkında olmadan Kurt Adam efsanesinin ateşini körükleyeceklerdir..
Kurtadam olmada önemli bir işlevi olan kurtboğan otlarının arasında -hiç ölmemiş gibi- yatan, henüz otuz bir yaşındayken öldü diye mezara konulmuş Lawrence Stewart Talbot (Lon Chaney Jr.), lahdinin kapağı hırsızlarca açılıp da dolunayı görünce kurt adam olarak dirilir..
Ölü soyuculardan birini eşek cennetine gönderen Kurtadam, sabahleyin Cardiff şehrinin bir sokağında Mr. Talbot olarak yerde yatarken bulunur ve hastaneye kaldırılır.. Kendisiyle, Dr. Frank Mannering (Patric Knowles) ilgilenir..
Burada yapılan soruşturmada, Mr. Talbot’ın, yine kurda dönüştüğü bir sırada babası tarafından -yanlışlıkla- öldürüldüğü ortaya çıkar.. Yani şu anda hastanede tedavi görmekte olan bu adam aslında dört yıl önce ölmüştür ve evlat katili olmuş babası da olaydan kısa bir süre sonra bu dünyadan ayrılınca oğlunun yanına gömülmüştür..
Bu defada hastane odasında yatarken, açık olan pencereden giren dolunay ışığı etkisini gösterir ve adamımız yine bir kurt adama dönüşür.. Kendisini şehrin sokaklarına atan Wolfman, ordan oraya hoplayıp zıplayarak (Kurt Adam yürüyüşü) dolaşmaya başlar ve onu fark eden bir polis memurunun işini boğazını dişlemek suretiyle oracıkta bitirir..
Ertesi sabah, doktor ve hemşire Mr.Talbot’ı biraz dağılmış vaziyetteki yatağında mışıl mışıl uyur vaziyette bulurlar..
‘Gündüz insan, gece kurt’ konsepti içinde debelenen zavallı adam, artık geceleri yediği haltları hatırlamakta ve bundan da çok rahatsız olmaktadır..
“Ben katilim! Polis çağırın!” şeklindeki haykırışlarına ne doktor, ne de polis müfettişi inanır.. Kurt Adam olduğuna inandırmak ise bundan daha da zordur. Kendisini durdurmaları, hatta öldürmeleri için yalvarır ama nafile.. (Bu arada kurt adamların -hemen hemen- ölümsüz olduklarını da hatırlatalım)
Sonunda hastaneden kaçan Lawrence Stewart Talbot, böylesi ‘büyülü müyülü’ alengirli işlerin piri olan (The Wolf Man’den de tanıdığımız) çingene kadın Maleva (Maria Ouspenskaya)’yı bulur..
Kadının oğlu da aynı dertten muzdariptir ve zamanında Larry Talbot’ı ısırarak kurt adama dönüştüren de odur..
“Bana kimse inanmıyor, beni sadece sen anlarsın anacığım” diyerek, yaşlı kadından, kesin ölmenin bir yolunu bulmasını ister..
Maleva kadın: “Sana yardım edecek birini tanıyorum.. Yürü oğlum, gidiyoruz!” der ve at arabasıyla yola çıkarlar.. Buluşacakları kişi gayet ünlü biridir: Doktor Frankenstein!
Doktorun oturduğu kasabaya vardıklarında onun bir canavar yarattıktan sonra öldüğünü öğrenirler.. Bu Larry için çok büyük bir hayal kırıklığıdır.. Ölebilmesi için artık hiçbir umut kalmamıştır.. Yine de du bakalım.. Zaman neler gösterir, hiç bilinmez ki..
Biz yine de duamızı edelim.. Allah, her kurt adama tez zamanda en şahane ölümler nasip eder inşallah!.. Amin!
Zombilerin Ağababası Olarak Frankeştayn Canavarı
Mühim kahramanlardan Hulk‘ta da vardır biraz bu ‘istenmeyen’ durum, ama pek trajik kaderleriyle yürek parçalayıcı kurt adamların vaziyeti daha da bi üzücüdür.. Ayrıcalıklı hallerinden gayet memnun görünen, çoğunluktaki süper kahramanlara benzemez onlar.. İstemsizce kazandıkları müthiş yırtıcı güçlerini, iyilik-kötülük gözetmeden herkese ve yine istemsizce uygulamaları, onları büyük pişmanlığa ve de perişanlığa sevk eder..
Bu iki tipin bir araya getirilmelerine, yukarıda “Ne alaka?” deyu muhalif olmuş olabilirim; lakin yeniden bi düşününce, bir nevi lanete uğramış bir katil olarak Kurt Adam’la, Dr.Frankenstein’ın (Hadi kendisine olan saygımızdan ötürü geri zekalı demeyelim) durgun zekalı sarsak canavarının bilinçten yoksun halleri, her ikisini de rahatlıkla ortak bir paydaya oturtmakta..
Bu arada, beceriksizce yaptığı hareketleri ve zeka yoksunluğuyla maruf Frankeştayn canavarı -hiç kuşkusuz ki- bildiğimiz zombilerin ağababasıdır..
Şimdiye kadar sadece bizde yapılan bir yanlışlık olarak gördüğüm, hem doktorun, hem de onun yarattığı canavarın aynı Frankeştayn adıyla anılması meselesi, daha filmin adında bile kabak gibi ortaya konuyor ki gayet evrenselmiş.. Çünkü filmde karşılaşanlar, Kurt Adam’la Frankenstein değil, onun canavarı.. O sıralarda Doktor bey ise çoktan öteki dünyayı boylamış maalesef..
Bu arada finalde, Mr. Talbot’ın doktoru Dr. Frank Mannering’in (Frank adındaki hinliğe şapka çıkarıyorum!) bugünkü bakışımızla kahkahalarla gülünesi (Çocukken seyrederken kesin aklımız çıkmıştır.. O da ayrı) elektrikli aletlerle süslü tezgahında ‘canavardan canavara enerji aktarımı’ sırasında ‘frankeştaynlaşması’ güzel bir ayrıntı olarak dikkatimizi çekiyor..
Bilenler bilir- ölümsüz olmayı istemeyenlere ezelden beri gıcığımdır; şimdi bunların başında kurt adamların geldiğini de öğrenmiş olmaktan gayet mütehassisim..
Bu filmden bir şey daha öğrendim: Seksenli yıllarda, ceket ve elbise omuzlarında tüm haşmetiyle boy gösterdiğine bizzat tanıklık ettiğimiz vatkalar meğer kırklı yıllarda da gözdeymiş.. Üstelik geceliklerde bile..
Karakteristik yüz hatlarıyla adeta Kurt Adam olmak için doğmuş izlenimi veren Lon Chaney Jr., işini yine bildiği gibi yaparken; korku filmleri özelinde rekabetleri dillere destan olan, en ünlü Frankenstein canavarı Boris Karloff‘la, Dracula’nın en önde gideni Bela Lugosi‘nin mücadelesi -birisinin yokluğunda- bu filmde de devam ediyor sanki.. Bela Lugosi, bu filmde ilk defa canavarı oynayarak, ezeli rakibi Boris Karloff’un esas rolünü kapmış olarak golünü ters köşeye çakmakta..
Sonuç olarak, Frankenstein Meets The Wolfman, her haliyle epey gerilerde ve amatörce kalmış estetiğiyle vasat; özellikle buz kütlesinden Frankeştayn canavarı çıkartmalı bölümüyle de fazlasıyla zorlama duruyor..
Buna karşılık, süresi boyunca çocukluğumuza yolculuk yaptırtan başta biz eski nesil olmak üzre, her kesime -birazcık heyecanlı- fazlasıyla da neşeli vakit geçirtecek güzellikte bir film olduğu da söylenebilir.. Modern korku-gerilim sinemasının öncüllerini merak edip araştıranlar için ise tabii ki bir hazine..
Aferin, 7!
Frankenstein Meets The Wolfman
(Frankenstein Kurtadam’a Karşı)
Yönetmen : Roy William Neill
Senaryo : Curt Siodmak
Oyuncular : Lon Chaney Jr., Ilona Massey, Patric Knowles, Bela Lugosi
Yapım : 1943, ABD, 74 dk.
Kanal D Home Video