Turhan Selçuk bir edebiyat adamıdır. Bir şair, bir romancı, bir hikâyecidir. Bu söylediklerimi şaşırtmak için söylemiyorum. Turhan Selçuk gerçeği budur da onun için söylüyorum. Bunları gene söylerken de karikatür sanatını hiç de küçük görmüyorum, söylediklerim bu düşüncenin tam karşıtıdır. İnsan karikatürde de bir Çehov, bir Sait Faik, bir Mansfield olabilir. Karikatürün olanaklarını destan olanaklarına ulaştırabilir. Bence Turhan’ın vardığı yer, karikatürü ulaştırdığı boyut, burasıdır.
Sanat değeri diye bir şey oluşmuş mudur, sanatın değerini ölçerken ne gibi bir ölçü koyuyoruz? Bu, beğendim gitti mi, yoksa birtakım belirli değer ölçüleri var mı? Sanatın birtakım değer ölçüleri var ama, bunu şimdiye kadar sınırlamış kimse çıkmamıştır. Onun için ben dünyada, insanlığa sanat değerini kabul ettirmiş bir sanatçıyı, örneğin Çehov’u örnek almak isterim. Çehov’u seçişimin de başlıca sebebi Turhan’la Çehov arasında inanılmayacak bir yakınlık bulmamdır. Bana öyle geliyor ki ikisinin de içtiği kaynak tıpkıdır. Çehov ne getirdi? Bu soruyu böylesine sormamın zorluğunu biliyorum. Bir kalemde karşılığını vermek zor da ondan. Hikâyeyi yeniden biçimlendirdi, diyebiliriz. Ondan önce gelenlerin hikâyesine benzemedi hikâyesi, hiçbir yönüyle. Düz, yalın, şiirsel anlatışa vardı. Hikâyesi çoğunlukla hikâye değil, yaşamın bir parçası oldu. Hikâyesi inadına böyle düz kuruldu. Bu yeni biçim, yeni anlatış elbette yeni insanlık değerlerinin üstüne örülecektir… Çehov o zamana kadar edebiyatın ulaşamadığı insanın anlık duygularını büyük bir ustalıkla verdi. Onun her hikâyesini okuyan, ben buyum, ben de böyle duyuyorum, ben de böyle düşünüyorum, diyordu. Psikolojik çatışmanın ancak sezebildiğimiz kadarki çatışmalarını, coşkularını, sevinçlerini, acılarını, daha binlerce anlık duygularını veriyordu. Çehov’la gelen insanlıktı. Katkısız, yalansız, böylesine açıklıkla göremediğimiz, ancak kaba yönleriyle büyük epopelerde tanıdığımız, ama içimizde olan, dışarıya vermek aklımızın kıyıcığından geçmeyen insanlıktı. İnsanlık en incesinden belli belirsiz hem ağlayan, hem gülendir. Çehov’da olduğu gibi Turhan’da da insanlık ağlarken gülendir.
Turhan’ın çizgileri düzdür, yalındır, zengindir. Pırıl pırıl bütün çapaklarından arınmıştır. O da bu sonsuz arınmışlığıyla insanın yepyeni bir yönünü anlatmalıydı. Turhan çizgi sanatının olanaklarından faydalanarak Çehov’un getirdiklerini zenginleştirdi, derinleştirdi. Edebiyatın şiiri çizgide yeni bir şiir boyutu, yeni bir hikâye, anlatım boyutu kazandı. Turhan’ın sanatı insanlığımıza yeni psikolojik olanaklar kazandırdı. İnsan psikolojisinde yeni ufukları zorladı. Zora, bilinmeze, ama bizde her zaman olana, olmuşa biraz daha yaklaştık, biraz daha açıklığa kavuştuk Turhan’ın karikatürleriyle. Gene şu da yanlış anlaşılmasın, hep Çehov’dan söz ediyorum, Turhan’ı Çehov’un bir tıpkısı göstermek istemiyorum. Ya da onu Çehov’un bir süreci olarak da tanımlamıyorum. Derdimi daha iyi anlatabilmek için Çehov örneğini veriyorum. Turhan’ın büyük kişiliği, getirdiklerinden dolayı bunu söylemek zorundayım, hiç kimsenin süreci olmaya, kimsenin tıpkısı olmaya izin vermez. Turhan aynasını, o bütün karanlıkları delip geçen aynasını insanın, doğanın karanlıklarına dikmiş bize oradan var olan bilinmezimizi göstermiştir. Homeros’un, Servantes’in, Dostoyevski’nin, Faulkner’in de bize getirdikleri budur.
Son yıllarda bocalamaya başlayan edebiyatımız Turhan’ın yolunu izlese, gittiği yollardan insan, doğa gerçeğinin gözüne gözüne gitseydi daha büyük olanaklara kavuşurdu. Karikatürümüzün de son sorunu, son günlerde Turhan yolunu izleyemez oluşudur. Turhan yolu dediğim, kestirmeden insana varmadır.
Çok soyut konuştum şimdiye kadar belki de… Turhan insana yönelirken, doğanın şiirine varırken öyle çok göklerde değildir. Anının içinde, günün ortasındadır. Güncel olayların akışında yuvarlanan bir insandır. Acı çeker, güler, öfkelenir, çocukça bir şaşkınlığa düşer, alay eder, delice öfkelenir, iğrenir, delirir… Kendi kadar da bizim adımıza, hepimizin adına… Bütün büyük sanatçılarda olandır bu da.
Zulme, kötülüğe, insanlığı aşağılamaya, acıya, sömürüye sonuna kadar karşıdır. Turhan’ın sanatındaki dünyası cömert bir dünyadır. İşte başkalarında olmayan da budur. Ustalığını, gönlünü, yüreğini bir çizgiye, bir duyguya, bir düşünceye hapsetmemiştir. Dünyaya her şeyini sonuna kadar açmıştır. Ve Turhan’da olan bir sevgi, bir cömertlik, bir dostluk, bir barış açıklığıdır. Turhan’ın dövüşü hepimizledir. Bütün düşük yanlarımızladır. Sıkı sıkıya dünyanın güzelliğine, şiirine, yalnızlığına, vazgeçilmezliğine bağlanarak kötülüklere, zulümlere bir karşı koymadır Turhan. Turhan’ı anlamak bugünkü dünyamızı anlamak demektir biraz da. Turhan dünyamızın kötülüklerinin, karanlıklarının ortasında durmuş bir ışık gösterendir durmadan.
Önce Çizgi Vardı – “çizgide 60. yıl” / Cumhuriyet Kitapları