BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Misafir-le Görüşme

Wilco Van Herpen: “Türkiye’de yaşıyorum, Türk gibi yaşıyorum.”

Wilco Van HerpenCopyright©Ters Ninja

Türkiye’yi bir Türk’ten daha fazla seviyor. Onu dinlerken bu işin “Ya sev, ya terk et” demekle olmadığını, olamayacağını anlıyorsunuz. Kendi vatanını bırakıp bizimle hayatı paylaşmaya gelen Wilco Van Herpen mücadelesini iki gruba karşı veriyor: 1. Bu ülkeyi hor kullananlar. 2.  Bu ülkeyi yanlış tanıyanlar.

Copyright©Ters Ninja

Kışkırtmalarla, siyasi ve toplumsal entrikalarla fitili ateşlenen talihsiz olayları saymazsak, tarih boyunca Türkler’in, kendilerinden olmayı seçen yabancılara karşı muhabbet ve şefkat besledikleri söylenebilir. Yakın zamanın popüler örneklerine bakıldığında ise kırık bir Türkçe ile konuşan herhangi bir siyahi ya da çekik gözlü yabancının Türk halkının sempatisini kazanmakta zorlanmadığına dair kanıt, bu tiplerin yerli sitcom’larda karşımıza çıkmasıdır.

Wilco van Herpen için de farklı olmamış. Anadolu’da Türkçe konuştuğunu duyan herkes onu sofrasına davet etmiş. Anlattıklarına bakılırsa bir Türk’ten daha iyi karşılanmış bile denilebilir. Yabancı damatlığı rol değil, resmi imza gereği olsa da onu şu ana kadar bir dizide izleme şansı bulamadık. Daha önce TRT ve TV8’deki boy göstermiş olsa da, Türkiye Wilco’yu yerli belgesel kanalı İz TV’de yaptığı ve üç senedir devam eden Wilco’nun Karavanı adlı program sayesinde tanıdı. Bu programda Wilco karavanına atlayıp Türkiye’yi dolaşıyor ve yol boyunca tanıştığı insanları, kıyıda köşede kalmış ve çoğunlukla ihmal edilmiş tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri bizlere anlatıyor. Programı benzerlerinden ayıran ise herhalde Wilco’nun samimiyeti ve coşkusu. Samimiyeti çoklukla genlerinden geliyor ama içindeki insan sevgisinin de bu samimiyete yakıt olduğu muhakkak. Coşkusunun kaynağı da sevgi. Doğa ve Türkiye sevgisi. Seyircisine gördüğü şeyleri anlatırken ister istemez önce sözlerine, beden diline nüfus ediyor bu coşku, tabi oradan da ekran başında oturan bizlere. Yine de Wilco’nun o çocuksu coşkusunu biraz kıskanıyorsunuz seyrederken. Bu ülkenin güzelliğini, değerlerini sizden daha iyi takdir edebiliyor ya da sizin artık kanıksadığınız, hatta pek önemsemediğiniz şeyler, ilk kez gördüğü için onu hala heyecanlandırabiliyor diye herhalde…

45 yaşındaki Wilco 1994’te karar verse de ancak 1999’da gelebilmiş Türkiye’ye. Gelmeden önce kendi ülkesinde aşçılıktan fabrika işçiliğine, fotoğrafçılıktan şarapçılığa pek çok ilgisiz meslekle uğraşmış. Arta kalan zamanlarında da ailesiyle ya da yalnız bol bol gezmiş. Aşçılığı ve fotoğrafçılığı Türkiye’de de devam ettirmiş ama sonra bir noktada televizyonculuğa bulaşmış.

Wilco’nun karavanıCopyright©Ters Ninja

“Ne yapacağım konusunda kararsızdım. Birbiriyle alakasız pek çok şey yapmıştım. Sonra Wilco’nun Karavanı başladı ve elimdeki tüm ipler birleşip bir kablo oldu.”

Wilco o kadar geziyor ki, onu İstanbul’da yakalayamayacağımızdan endişeliydim. Neyse ki tam da ara verdikleri bir döneme denk gelmişiz. Wilco ile Ortaköy’de buluşup karavanına gidiyoruz. Dünya tatlısı köpeği Luna’yı getirmediği için üzülüyorum biraz. Ama Wilco’nun karavanında küçük bir İstanbul turu atacak olmamızla avunuyorum. Karavanı Rumelihisarı’nda boğaza nazır bir yere çekip röportaja ve fotoğraf çekimine başlıyoruz.  Wilco’nun yalnızca coşkusu yüzünden kıskanıldığını sanmıyorum. Buradan başlıyorum sormaya. (Wilco’nun yanıtları daha rahat okuyup anlamanız için tarafımdan düzenlenmiştir.)

Wilco, yalnızca iki kişiyle harika bir program yapıyor olsan da, sana bakıp “Yahu, o kadar işsiz gazeteci var, bu adamın yaptığını bir Türk yapamaz mıydı?” diyen “Kebap gibi işi kapmış elin Hollandalısı?” diyen de oluyordur değil mi?

Olabilir. Ama böyle bakan bir adam benim hayatımı bilse benle yer değiştirmek isteyecek mi acaba? 1990’da fotoğrafçı olarak başladım. O zaman kazandığım para en alt sınırın da altındaydı. Yıllar boyunca arkadaşlarımdan borç almak zorunda kaldım. Aylar boyunca para almadığım zamanlar oldu. Sonra elimde iki valizimle Türkiye’ye geldim. Bir süre hiç iş bulamadım. Şimdi üç yıldır bu programı yapıyorum. Ama daha 3,5 yıl önce iş yaptığım şirketten bir türlü paramı alamamış ve 3 ay boyunca cebimde yalnızca 20 YTL ile dolaşmıştım. Arkadaşlardan  borç alıp kiramı ödedim. Kontür borç aldım. Yemek için her gece başka bir arkadaşıma gidiyordum. Üç ay böyle yaşadım, her gün başka bir dertle uğraştım. Sonra bu iş çıktı ve durumum düzeldi. İnsanlar yalnızca altın zamanları görüyor, geçirdiğim kötü zamanları bilmiyorlar. İlk kız arkadaşımdan ayrıldığım zaman da çok zor durumda kalmıştım. Beraber yaşadığımız için evsizdim artık, sonra dil bilmiyorum tam. İş bulamadım uzun süre. Sabah, öğle bir şey yiyemedim o dönem. Akşamları da küçük bir lokantaya gidiyordum, çorba ve bol bol ekmeğe talim. Bazen de kuru fasulye. Günde bir kere yemek yiyordum yani. Böyle bir hayatı yaşamak isterler mi acaba? Sanmıyorum. Yalnızca  güzel zamanları görüp onu kıskanıyorlar. TV programı var. Her yeri geziyor. Ama bunun için ailemi, ülkemi, ülkemin sosyal sistemini bıraktığımı unutmasınlar. O sistem büyük bir güvence sağlıyordu üstelik. Var benim öyle arkadaşlarım, bazen Hollanda’ya gidiyorlar. Niye, diyorum. Sosyal sistemden biraz para alıp Türkiye’ye döneceğim, diyor. Bu yanlış bir şey, doğru değil. Ben bunu yapmadım, Türkiye’de yaşamaya karar verince Hollanda’dan para almamaya karar verdim. Bunları kimse bilmiyorlar mesela.

Copyright©Ters Ninja

Sen de pek çok sıkıntısını yaşadın yani bu sektörün?

Tabi. Sonuçta Türkiye’de yaşıyorum ve Türk gibi yaşıyorum. TRT’de çalışırken 2001 krizi oldu ben de işimden oldum. TV8’deyken bir sabah geldim, çağırdılar: “Wilco, gel! Seni insan olarak çok seviyoruz ama artık iş bitti.” Sabah giriş kartları çalışmayınca kovulduğunu öğrenen gazetecilerden bir farkım yoktu benim de yani. Ben de Türkler’in yaşadıklarını yaşadım, yabancı olmanın avantajlarını kullanmadım. Bu işin çıkması da zamanında Haberci ekibiyle yaptığım çalışmalar sayesinde oldu.

Sevgiliden ayrılmanın faydaları….

Aslında Türkiye’deki ilk kızarkadaşından ayrılması Wilco için önemli bir dönüm noktası olmuş. Türk olduğu için eskiden çoğu sorunla kızarkadaşı ilgileniyormuş ama sonra iş başa düşünce adamakıllı Türkçe öğrenmiş. Ev bulmuş, telefon çektirmiş evine, elektrik idaresine gidip işini halletmiş. Türkiye şartlarına iyice uyum sağlamış. Sonra bir gün Gonca ile yolları kesişmiş. Filizlenen aşk evlilikle nihayet bulmuş. “Ben One Night Stand sevmiyorum,” diyor Wilco. “Bana keyif vermiyor öyle bir ilişki.”

Şimdi Wilco ve Gonca bir bebek bekliyorlar. Hamilelik öğrenildikten  sonra eşinden söz almış Wilco. Cinsiyetini öğrenmeyeceğiz diye. Bu röportajı yaptığımızda doğuma çok az bir süre kalmıştı ve hala da bilmiyorlar bebeğin cinsiyetini. (Belki siz bu satırları okuduğunuz sırada Wilco baba olmuştur bile olabilir.) Ben biraz üstüne gidiyorum Wilco’nun. Kadınlar dayanamaz senden gizli gidip öğrenmiştir belki de cinsiyeti, diyorum. “Yok,” diyor Wilco, “öyle olsa anlardım, dayanamazdı söylerdi ya da aldığı eşyalardan anlardım.”

Özgür ruhlu bir insansın. Kök salıyor olmak senin için nasıl bir duygu?

Korkuyorum. Bazen çok korkuyorum. Ama ben çoğu şeyi korku sayesinde başarıyorum zaten. Bende yükseklik korkusu vardı, kaya tırmanışı yaptım. Artık korkmuyorum. Yurtdışında yaşamamın nedeni bile belki bu. Ben sistemleri, sınırları hiç sevmiyorum aslında. Onlar olmadan kuşlar gibi özgür dolaşabiliriz. Hollanda’dan bağımı kopardım ama şimdi de buraya bağlandım. Ben çocuk düşünmüyordum hiç aslında. Sonra bir akşam arkadaşımla evde oturmuş film seyrediyoruz. Film de alakasız, What the Bleep Do We Know? (Ne Biliyoruz ki?) Film bitti ben arkadaşıma dedim ki, “Ben hazırım!” Şaşırdı, neye hazırsın diye sordu. Çocuk için, dedim. Bir anda karar verdim, Gonca’ya da söyledim. Düşündü, tamam, dedi. Tabi korkuyorum, ama korkmak normal. Bir çocuğun geleceği senin elinde. Çocuk bakir, saf bir şey. Senin onun yetiştirmene göre şekillenecek. Ama benim önümde güzel örnekler var: Annem ve babam.

Hep yollardasın. Eşinle gezmiyorsun diye sorun çıkmıyor mu?

Bir keresinde bir kriz yaşamıştık gerçekten. İznik’ten dönmüştüm. Acayip yorgunum. Gonca’ya seramiklerin ne kadar güzel olduğunu anlattım. Ertesi akşam Gonca, ben de gitmek istiyorum, dedi. Yorgunum, evde oturmak istiyorum biraz, dedim. Başladı bu ağlamaya. “Biz hiçbir yere gidemiyoruz, seninle gezemiyoruz.” Ben kafayı yedim. “Bak,”dedim. “Dün gece bastım gaza bir an önce eve geleyim, seni özledim diye. Ama şimdi biraz izin ver dinleneyim.” Ağlıyor, ama ben gitmek istiyorum diye tutturuyor. “Sen git o zaman,” dedim sonunda, “Kafana göre gez.” Ne yapayım, enerji kalmamış. Ağlaya ağlaya gitti bu. Döndükten sonra bir gün sabah elinde bir aletle geldi, “Wilco,” dedi “Galiba ben hamileyim.” Hastaneye gittik hemen, gerçekten hamile. O zaman anladım o krizin nedeni hormonlarmış meğer.

Vicdan azabı duymadın mı “Sen git o zaman,” derken…

Tabii ki çok rahatsız oldum ama yorgunum. Yedide başlıyorsun araba sürmeye gece 12’ye kadar çalışıyorsun. Sonra eve gelince dinlemeye ihtiyaç duyuyor insan. Üzülmüştüm ama yapacak bir şey yoktu.

Şu an yaptığı işi Hollanda’da yapsaydın çok daha fazla para kazanırdın, hatta zengin olurdun değil mi?

Zengin olmak benim için önemli değil ki. Yeterli parayı kazanmak bana yeter. Böyle rahat yaşamak istiyorum. Zaten Hollanda’da artık kimseyi tanımıyorum, işle ilgili hiç bağlantım kalmadı. Ama programımı Hollanda’ya satmak istiyorum. Çünkü bu program oradaki bazı ön yargıları yıkabilir. Ben çok farklı bir Türkiye gösteriyorum programımda. Türkiye çok zengin bir kültüre ve tarihe sahip. Ben bunu göstermeye çalışıyorum. Hollanda’da Türkiye hakkında çok farklı düşünüyorlar, önyargıları var. Hiçbir şey bilmiyorlar aslında.

Copyright©Ters Ninja

Türkiye’de yaşayan yabancılarda var mı önyargı?

Çoğunda var. Bu yüzden yabancılarla değil Türkler’le birlikte olmaktan hoşlanıyorum ben. Var yabancılar, kaç senedir yaşıyorlar Türkiye’de ve daha iki kelime Türkçe bile öğrenmemişler. Çevresi kapalı, havuzlu bir sitede oturuyor, dışarı hiç çıkmıyorlar, yalnızca yabancılarla görüşüyor, en pahalı yerlerde yemek yiyorlar. Sonuç olarak Türkiye hakkında aslında hiçbir şey bilmiyorlar, önyargılarla terk ediyorlar burayı… Ama böyle yaşayarak nasıl öğrenecek ki… Hepsi aynı değil tabi. Bazı gazeteci arkadaşlarım ofiste tıkılıp kalmıyorlar. Hep dışarıdalar… Ben Türklerle yaşıyorum, onlarla hayatı paylaşıyorum. O hoşuma gidiyor. Bunun ödülünü de alıyorum. Onlarsa iş için gelmişler yalnızca, Türkiye’yi öğrenmek istemiyorlar. O zaman da hiçbir şey alamıyorlar bu ülkeden tabi.

Seni Türkiye’de en çok kızdıran, çıldırtan şey ne oldu?

Trafik. Bazen hiç anlamıyorum insanları. Sen kendi hayatına önem vermiyorsun ama karşıdan gelen aracın içindeki insanları da öldüreceksin. Bazen öyle bir solluyorlar ki, sanki sen mecbur onlara yol vereceksin. Arabanın içinde kendini Tanrı ya da şeytan hissediyor. Bilmiyorum, o psikolojiyi anlamıyorum. Bazısı diyor ki eğitim yüzünden. Bunun için eğitim falan gerekmiyor. O bencil bir herif, affedersiniz ama bir ayı, asosyal bir ayı. Hepimiz başkasının hayatına saygı göstermek zorundayız. İstiyorsan, arabanı son sürat duvara çarp sen, bana ne, ama başkalarının hayatını tehlikeye atmaya hakkın yok. Belki çocuklar var öteki arabada. (Bu noktada başına trafikte gelen bir olayı anlatıyor Wilco. Anlatırken de bize has okkalı bir küfür savuruyor. Hah, diyorum, bu adam tam Türk olmuş artık gerçekten.)

Doğaya aşıksın ama şehrin tam ortasında (Cihangir) yaşıyorsun…

Ben kontrastları seviyorum. İstanbul’un enerjisi çok farklı, o da çekiyor beni. İstanbul’un bir dişi enerjisi var. Onun dışında iş bağlantıları da beni bağlıyor İstanbul’a.

İstanbul dışında bir yerde yaşama şansın olsa nereyi seçerdin?

Çok sayabilirim. Kapadokya çok güzel. Kaz Dağları, İzmir Yarımadası da öyle. Turist olmayan küçük bir kasaba süper olurdu.

Seni son olarak bir bankanın reklamlarında izledik. O reklamda söylediklerin senin sözlerin mi, senaryoya mı uydun?

Hepsi benim sözlerim. Önce bir iki gün sohbet ettik sonra bazı bölümlerini reklama taşıdık.

Bizle hayatı paylaşan biri olarak siyasetten uzak durabilmen mümkün olmasa gerek… Toplumumuzdaki kutuplaşmaya ne diyorsun?

Çok karışık. Benim çevremdeki insanlar hep sanat çevresinden, özgürlüklerine çok düşkün insanlar. Onlarla birlikte yaşayan biri olarak onların korkularını, istediklerini anlıyorum. Ama bir Hollandalı olarak çok garip geliyor bunlar. Demokrasi var, seçim yapılmış, AKP’ye oy verilmiş. O zaman neden kapatılsın o parti. Şu da enterasan geliyor bana çok. Tayyip Erdoğan bir zaman şiir okudu diye hapse düştü. O zaman düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü dendi. Çıkıp da başbakan olduktan sonra ona yapılanın aynısını o da başkasına yaptı. Karikatürünü yaptı diye hapise gitti bir çocuk. Nerede düşünce özgürlüğü. Sen madem kocaman bir adamsın, büyük adamsın, karikatüre gülüp geçmen gerekiyor. Ben o çifte standartı anlamıyorum. Bir de Erdoğan’ın yaptığı açılışlarda yapılan AKP reklamını anlamıyorum. Sen orada Başbakan olarak bulunuyorsun. Ama arkada bir sürü AKP bayrağı. Parti reklamı yapılıyor. Sen iş yap, reklam yapma. Bana çok garip geliyor bu.

(Birden üçüncü çoğul şahısı bırakıp, birinci çoğul şahısla konuşmaya başlıyor Wilco. Türkiye’ye o kadar özümsemiş.) Neden o kadar siyah beyaz bakıyoruz. Ortada renkli bir şeyler var o zaman renkli yaşayalım biraz. Sen bizden değilsen, bize karşısın. Bu kadar basit olmamalı. Bunun nedenini düşünüyorum ama bulamıyorum. Bilmiyorum. Çok karmaşık bir problem bu. Belki de zamana ihtiyaç var.

Seni şaşırtan başka neler var Türkiye’de?

Okullarda o küçücük çocukların sabahın sekizinde asker gibi durup bir takım şeyler söylemeleri de çok garip geliyor bana. Daha aktif bir eğitim olmalı, şu anki eğitim çok pasif. Özgürlük tanımak lazım  biraz öğrencilere. Ezberci bir eğitim var gibi geliyor bana. Demokrasi için, sosyal hayat için, Türkiye’nin geleceği için bu çok önemli.

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Türkiye bir turizm cenneti. Ama şimdi bir golf sahası merakı başladı Türkiye’de. Yapmayın! Bağıra bağıra diyorum bakın: Yapmayın! O golf sahalarına ne kadar su gerekiyor biliyor musunuz? Peki Türkiye’de su var mı? Türkiye çölleşiyor, siz golf sahası yapıyorsunuz. Bakın Karaman’da bir çöl oluştu bile. Türkiye tarih turizmi, kültür turizmi, güneş turizmi, macera turizmi, din turizmi, kar turizmi için bir cennet. Daha fazla golf sahası olmayı versin. Var birkaç tane, yeter. Başka yapmayın.

Sohbetimizin bir yerinde soruyorum Wilco’ya,  bildiklerimizın dışında neler yapıyorsun, başka hobilerin var mı, diye. “Ben hobilerimi çalışırken yapıyorum hep,” diyor. “Geziyorum, araba kullanıyorum, yemek yiyorum, fotoğraf çekiyorum, köpeğimle oynuyorum. Hobilerim iş olmuş. Ben çok şanslı bir insanım!”

Asıl biz çok şanslıyız, diye geçiriyorum içimden.  Wilco gibi biri bizimle, bizim gibi, hem de bize örnek teşkil eden bir hayat duruşuyla yaşamayı tercih ettiği için asıl biziz çok şanslı olan diyorum kendi kendime.

Yazı ve Fotoğraf  © Ters Ninja

İlginizi çekebilir...

Basın Bülteni

“Herkes için Adalet” ilkesiyle 14. kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen, Pınar Altuğ Atacan...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et