Zombi filmlerinden gına gelenlerden misiniz? Yoksa zombi filmlerine doyulur mu diyenlerden mi? Zombiler, gerizekalılık sınırında olmadıkça benim açımdan zombi filmlerinin bir sorunu yok doğrusu. Hele Let the Sleeping Corpses Lie’daki gibi kodumu oturtan zombiye can kurban be dostlar!
The Living Dead at Manchester Morgue, George Romero’nun fırtınalar koparan zombi filmi Night of The Living Dead’den 6 yıl sonra çekilmiş, zombi filmleri listelerinde üst sıralarda yer alması gereken harika bir film. Dünyaya mesajı, zombilerin ‘cool’luğu, seyirciye verdiği heyecan ve mükemmel ses efektleriyle kaçırılmaması gereken bir zombi şöleni.
Don’t Open The Window, İtalyan-İspanyol ortak yapımı olmasına rağmen, İngiltere’de çekilmiş. The Killer Must Kill Again, What Have You Done To Solange? gibi filmlerden sevdiğimiz Christine Galbó ve Autopsy, Squadra Volante gibi filmlerden bildiğimiz Ray Lovelock’u bir araya getiren filmin asıl bonus oyuncusu komiser rolündeki Arthur Kennedy. Bir zamanların pek ünlü aktörü bu filmde, faşist ötesi komiseri, oldukça sert bir oyunculukla canlandırıyor ki, düşman başına.
Breakfast With the Dead, tesadüfen bir kaza sonucu tanışan ve istemeyerek de olsa İngiliz kırsalına doğru beraber yolculuk yapmak zorunda kalan Edna (Galbó) ve George (Lovelock) ile açılyor. Acilen hasta ablasının evine gitmekte olan Edna, benzin istasyonunda George’un motosikletini ezdiğinden, onu gideceği yere bırakmak zorunda kalır. Yolda, büyük bir tarım arazisinde acayip aletlerle çalışma yapmakta olan insanlar vardır. Ultrasonik radyasyon dalgalarıyla, tarladaki böcekleri öldüren son derece bilimsel ekip, yalnızca anlık sonuca odaklanmış vaziyette tarımda devrim yapmanın sarhoşluğuna kapılmışlardır. Evet, radyasyon böcekleri öldürmekte başarılıdır ama toprak altındaki başka organik şeylere de etki etme potansiyeli vardır. Nitekim, yakınlarda oturan Edna’nın ablası, ilk elden toprak altı canlılarıyla karşılaşma olanağını yakalayan ilk kişi olarak tarihe geçmek üzeredir.
Bir yanda yakındaki bir kiliseye konuşlanmış akıllı, hali tavrı yerinde zombiler, bir yanda zombileri neyin tetiklemiş olduğunun ayırtına varıp, bilinç yaratmaya çalışan Edna ve George, diğer yanda ise tüm hödüklüğüyle ortadaki cinayetleri George ve Edna’nın üzerine yıkmaya çalışan ‘zombik’ polis.
Uzun vadede sonuçları iyi hesaplanmamış bilimsel bir deneyin, kısa vadedeki sonuçlarını, öğreten adam kıvamına hiç bürünmeden, zeki ve çevik diyaloglarla aktaran Non Si Deve Profanare il Sonno dei Morti, onlarca şişeyi dolduracak kan ve organ saçılmasından da geri kalan bir film değil doğrusu. Gerilimi uygun bir tonda arttırdıktan sonra, sökülen iç organlar ve deli gücüne sahip zombileriyle, ama özellikle başta iki sahne olmak üzere kapalı mekanlardaki saldırı sahneleriyle başarılı bir zombi filmi. Zombilerin ortadan kaldırılmasında yalnızca ateşin etkili olması sebebiyle de zombi filmlerine yeni bir açılım getirdiğini de ekleyelim filmin.
İspanyol yönetmen Jorge Grau, daha önce hiçbir filmini seyretmediğim ama bu filmle birlikte merak uyandıran bir isim. O halde şimdi dağılıp, diğer filmlerine bir göz atalım.
Non Si Deve Profanare il Sonno dei Morti / The Living Dead at the Manchester Morgue
Yönetmen: Jorge Grau
Senaryo: Sandro Continenza, Marcello Coscia
Oyuncular: Christine Galbó, Ray Lovelock, Arthur Kenney,
Yapım: 1974, İtalya, 95 dk.