Fotoğraf sanatçısı Cemil Ağacıkoğlu ilk filmi Eylül ile 18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali‘nde karşımıza çıkmış ve En İyi Yönetmen ödülü kazanmıştı. Yazdığı karakterlerin gerçekliğine yüzde yüz inandıran, yaşadıkları acıyı iliklerimizde hissetmemizi sağlayan, ağır temposu nedeniyle herkese göre olmasa da kendi içinde amacına ulaşan dikkat çekici bir ilk filmdi. Birkaç yıl sonra Özür Dilerim ile toplumsal bir sorunu ele aldı ancak Eylül kadar güçlü bir iş değildi bu, sanatsal değerinden çok işlevselliği ön plandaydı.
Üçüncü uzun metrajı Tarla 35. Uluslararası İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma bölümünde gösterildi. Tarla, Eylül gibi ufak bir film. Büyük kısmı bir otomobilin içinde geçiyor. Diyalog ve oyuncu ağırlıklı. Kızının ismini verdiği bir gömlek firması olan tekstilci Tarık borç batağına saplanınca ailesinin tek mal varlığı olan tarlayı satmak istiyor, filmin tüm konusu bu. Öncesi, sonrası yok. Bu tek cümleden 85 dakikalık drama yaratmaksa en hafif tabirle meydan okuma. Cemil Ağacıkoğlu kendini sınayıp, anlatım biçimiyle meydan okuyor.
Nedir böyle bir film yapmanın güçlüğü? Öncelikle kusursuz diyaloglar yazmalısınız. Kağıt üzerinde iyi oldukları kadar oyuncularınızın ağzına da oturmalılar. Tarla‘da baştan sona fazlalık ya da yapay tek cümle yok. Kameradan bir saniye kaçamayan oyuncular da oldukça başarılı. Ağacıkoğlu fotoğrafçı kimliğini seyircinin gözüne sokmak yerine işlevsel, bir tanesi hariç (kum yığınının önünde telefonla konuşma sahnesi) her sahnede amacına uygun, gösterişsiz ve kusur bulması güç çerçeveler oluşturmuş. Tarla; miras, aile içi ilişkiler, taşra yaşamı, göçün insanı değiştirmesi ve en çok da para üzerine sözleri olan bir yapım.
(Yazının bundan sonrası sürprizleri bozabilir.)
Ahmet’in ne uzar ne kısalır diye düşünerek baba ocağını bırakıp İstanbul’a yerleştiğini biliyoruz. Ben bilirim havalarıyla kimseye eyvallah etmeden kendine bir yaşam kurmuş ve İstanbullu olmuş ancak para krizi yaşadığında belki de bu haddinden fazla özgüven nedeniyle tefecilere başvurmuş. İşler tek başına halledemeyeceği noktaya gelince de bir ailesi olduğu aklına gelmiş. Ailenin mütevazı yaşamı, bir de ufak tarlası var. O tarlada babasının, annesinin, erkek kardeşinin de hakkı var ama o tek başına sahiplenip satarak parayı alabileceği inancında. Bunu kendine hak görmekte, herhangi bir vicdani hesaplaşma yapmıyor. Hatta anne babasına baktığı için o taşra kasabasından ayrılamayan, ebeveynleri öldükten sonra tarladan başka hiçbir güvencesi kalmayacak işsiz güçsüz kardeşinin belki de sırtını yaslayabileceği tek şeyi elinden almakta beis görmüyor. Düşüncesiz, bencil. Cemil Ağacıkoğlu bunların tamamını dile getirmiyor aslında. Bu öyle minimal bir sinema ki; tüm olgular sadece hissettiriliyor, dile geleni az. Perdeye bakarken hiçbir şey olmuyor diye düşünme ihtimali olsa da koca bir roman okumuş kadar detaylı bilgileniyoruz aslında karakterler hakkında.
İyi yazılmış tek karakter Tarık değil. Dünya umurunda değilmiş gibi görünen erkek kardeş de etüt edilmiş. Verdiği tepkiler, pasif direnişi, “mecbur olmasam” tavırları, aklım başka yerde demekten korkmaması… Emre trambolin gibi; üzerinde zıplamanıza izin verse de her seferinde püskürtebilen ve zarar görmeden atlatan biri.
Tarla 23. Uluslararası Adana Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması kapsamında gösteriliyor.