Türk sinemasının iki yaşayan efsanesi Yavuz Turgul ve Şener Şen’i bir kez daha buluşturan Gönül Yarası, Amerika’yı yeniden keşfetme çabasına girmeyen, Yeşilçam’ın iyi taraflarını arkasına alan eli yüzü düzgün, bol hüzünlü bir melodram. (08-01-2005)
Güneydoğu dağ köylerinde geçen 15 yıllık öğretmenlik yaşamının ardından emekli olup şehre dönen Nazım Bey, geceleri taksicilik yapmaya başlar. Bu gecelerden birinde pavyonlarda türkücülük yapan Dünya ile tanışır. Kızıyla birlikte eski kocasının hışmından kaçan kadın bir süreliğine Nazım Bey’in yanına taşınır. Ama kocasının, onun peşini bırakmaya niyeti yoktur.
Türk sinema tarihinde yer işgal edecek bazı lüzumsuz yapımların ardından, bazısının da öncesinde izlediğim Gönül Yarası, beni hayal kırıklığına uğratmadı. Ama bunda beklentilerimin yüksek olmamasının da payı vardı. Bugüne kadar gerek Turgul’la, gerek Şen’le yapılan söyleşilerden şöyle bir izlenim edinmiştim çünkü. Bir Muhsin Bey, bir Eşkiya yapma peşinde değillerdi. Eşkiya’ya kimi otoriteler burun kıvırabilir ama bana göre Eşkiya Türk sinemasında bir dönüm noktasını temsil eder. Can çekişen Türk sinemasını kalp masajıyla hayata döndüren filmdir.
Gönül Yarası, Turgul ve Şen ikilisinin seyirciyi Türk sinemasıyla barıştıran bu filmden ve halkı zamanında tv ekranının karşısına kilitleyen İkinci Bahar dizisinden yadigar tecrübeleri realize ettiği bir çalışma olmuş. Seyirciyi memnun edecek, eleştirmeniyse kışkırtmayacak bir çalışma. Oyunculuk mu? Şener Şen’in olduğu yerde, oyunculuğu konuşmak bile abes. Şen, dünya çapındaki oyunluğuyla üçüncü sınıf bir filmi bile şahlandıracak bir yetenek.
Cumbul, bildiğiniz Cumbul, kötü değil. Yılan Hikayesi’nden beri köylü kız rolü yapıştı kaldı kendisine. Bu yüzden ve kimi sahnelerde “torpilliymişçesine” ön plana çıkartılması yüzünden antipatik gelebiliyor göze. Kendisine yazılan bankta otururken geçtiği tirat gereksiz ve abartılıydı örneğin. Oysa dingin sahneler de, abartmadan oynadığında, Nazım bey’in oğlu Mehmet karşısında gözyaşlarını içine döktüğünde ya da filmin finalinde türkü söylerken Şener Şen’e baktığında mükemmeldi Meltem Cumbul. Keşke hep böyle tasarruflu oynasa.
Filmin bir diğer başarılı adamı ise tartışmasız Timuçin Esen. Rolünde öyle inandırıcı ki Esen seyircinin sağduyusunu ordan oraya savuruyor. Bir sahnede kötü adam oluyor, ardından gelen sahnede mağdur. Karakterin seyirci tarafından kanıksanan imajını bir anda değiştirmekten bahsediyoruz. Böyle ani bir değişiklik karakterin inandırıcılığını tamamen yok edebilir, film heba olur ve fatura yönetmene kesilir. Kısaca seyirciyi ters köşeye yatırma girişimleri tehlikelidir sinemada. Ama Turgul, Timuçin Esen sayesinde bu riskli girişimden alnın akıyla çıkıyor ve Türk seyircisinin bağrına basacağı popüler bir filme daha imza atmış oluyor.
Film hakkında kafama takılan ayrıntılar ise şunlar: 1. Beyoğlu’ndan Odakule’ye Taksi nasıl on milyon tutuyor? 2. Filmin son görüntüsünün Sirkeci’deki Yeni Cami olması hangi akla hizmet? 3. Jenerik türsünü Aynur Doğan ve Neşet Ertaş gibi ustalar varken neden Meltem Cumbul okuyor? İyi okuduğu mu düşünülüyor?