Fikir özgürlüğüne önem veririm. Herkesin de önem vermesi ve “düşünceye saygı” adabınca hareket etmesi gerektiğine inanırım. Ama kapitalist anlayışın tüm ideolojileri, tüm inanç sistemlerini, hatta bir zamanlar gerçekten salt iyilikle özdeşleşen tüm insani değerleri ve eylemleri tüketilecek ve üstünden kazanç elde edilecek metâlar haline getirdiği bir dünyada yaşıyoruz artık. Bu dünyada hiçbir şey göründüğü gibi değil. Her şeyin en az iki yüzü var. Sistem olaylardan eylemlere, kişilerden kurumlara, iyilikten kötülüğe her şeyi öğütecek ya da manipule edecek güçte. Misal bu dünyada, terör artık yalnızca teröristlere değil, teröristlerin uğruna savaştıklarına inandıkları şeyleri temsil edenlere de hizmet edebiliyor. Çünkü zaman içinde sistem bu terörden nemalanan, giderek büyüyüp güçlenen bir klik yaratmayı başarıyor karşı tarafta da. Yaşayan, öğrenen bir sitem bu. Ardından uğruna savaşılan şey amaç olmaktan çıkıp araca düşüyor. Aslında bunların konumuzla ilgisi yok. Konu SİYAD yazarları arasında, kapalı kapılar ardında denebilecek bir ortamda ateşlice tartışılan son Ömür Gedik vukuatı.
Önce Engin Ertan zehir zemberek bir yazı yazdı. Ömür Gedik’in mutlaka özür dilemesi gerektiğini belirtiyordu Ertan. Onu destekleyen mesajlar geldi. Ardından SİYAD’ın ender sayıdaki muhafazakar görüşlü yazarlarından Rasih Yılmaz katıldı tartışmaya. O da Uğur Vardan‘a veryansın ediyor ve bir yazarın düşünceleri yüzünden dernekten atılmasının söz konusu olamayacağını, Vardan’ın böyle bir talepte bulunmakta sonuna kadar haksız olduğunu belirtiyordu. (Bu arada ben Uğur’un yazısından Gedik’in dernekten atılmasıyla ilgili bir istekte ya da temenni de bulunduğu sonucunu da çıkartmış değilim. Uğur böyle bir kişiyle aynı çatı altında bulunmak istemediğini belirtiyor sadece. Bu daha çok zaman zaman içinden geçirdiğini bildiğim, “Çıkayım şu dernekten artık ben ya!” hissiyatının yansımasıydı bence.) Rasih’in yazısında Cüneyt Cebenoyan‘ın bir yazısını alıntılamasını doğru bulmadım açıkçası. Terörden kişisel olarak yara almış birinin satırlarını kendi siyasi argümanını desteklemek için kullanması en amiyane tavırla “delikanlıca” değil bence. Üstelik Cüneyt Cebenoyan bu tartışmadaki konumunu açıkça belli etmişken.
Ali Ulvi Uyanık, “farklı düşündüğü için ya da benzeri nedenlerle SİYAD’tan kimsenin dışlanamayacağı” noktasında Rasih Yılmaz’ı destekler nitelikte bir mesajla katıldı tartışmaya. Ona göre fikrini açıklamak Gedik’in anayasal hakkıydı. Daha önce de söylediğim gibi buna itirazım olmaz. Yazana değil, yazdırana bak sen, derim yalnızca. Engin Ertan‘a destek çıkan yazarlar olarak Sevin Okyay, Elif Tunca, Metin Gönen, Tül Akbal, Ceylan Özçelk, Janet Barış vardı hatırladığım kadarıyla. Kimi “çok duyarlı” yazarlarımızın bu tartışmaya katılmaması dikkat-i nazarımdan kaçmayan bir başka noktaydı.
Yazının girişine geri dönersek… Bir insanın düşünce özgürlüğüne saygının elbette rafa kaldırabileceği zamanlar vardır, olmalıdır. Ama ne zaman?
O düşünceler zararlı sonuçlar doğurmaya başladığında. O düşünceler bir menfaatin, bir cemaatin hizmetine sunulduğunda… Ben düşünceleriyle davranışları tutarlı olmayanların da saygıyı çok hak ettiğine inanmıyorum. Bir gün öyle, bir gün böyle düşünenlerin… İki yüzlülük, çfte standart düşünce özgürlüğünün suistimal araçlarıdır.
Sinema yazarları Ömür Gedik’in düşüncesi üstünden götürüyorlar tartışmayı. Ben Ömür gedik gibi bir yazar prototipinin medyada hakim tip halini alması üzerinden… Tecrübeli bir basın çalışanı olarak bu prototipin, adaletsiz bir rekabet ortamı doğurduğunu, emeği ve kaliteyi değersiz kıldığını iyi biliyorum çünkü. Daha geniş ölçekli zarar raporunda ise toplumun kültürel yozlaşması, bilginin yüzeyselleşmesi ve magazinleşmesi var.
Gelin ipuçlarını ben vereyim şimdi Gedik’in tutarlılık notunu siz verin. Sonra düşünceye saygı konusuna yeniden geliriz isterseniz:
Ömür Gedik 13 temmuz tarihli köşesinde ne yazdı: Jennifer Lopez’i protesto edelim
Peki 18 Temmuz tarihli Hürriyet Keyif ekindeki iki sayfasını Sıradan İnsanlar‘a ayırabilecekken hangi filme ayırdı Gedik: Lopez’in filmine.