Let’s scare Jessica to Death, ilk bakışta ismiyle ergen slasherı çağrışımı yapan, seyrederken Repulsion ya da Rosemary’s Baby tadı aldıran, ilk bir saati ile kimilerini bayan, kimilerine “öyle mi değil mi” meraklanması yaşatan ama son 20 dakikası ile kült mertebesine ulaşmış 1971 yapımı bir John D. Hancock filmi.
6 ay kadar New York’taki bir akıl sağlığı merkezinde kaldıktan sonra kocası Duncan ve aile dostları Woody ile küçük bir kasabaya taşınan Jessica, kliniğe dönmemek için duyduğu sesleri ve gördüğü şeyleri görmezden gelen, kasabada yerleştikleri “tam bir gerilim filmi için inşa edildim” diyen eve, yakındaki mezar stellerinden estampaj alarak dekorasyon yapan biraz naif bir kadındır. Geçirdiği kötü günleri geride bırakmakta isteklidir ama asıl geçmişine sormak lazım, Jessica’yı gerçekten geride bırakmak istemekte midir?
Eve taşındıkları ilk gün verandada sallanan sandalyede gördüğünü düşündüğü hayalet kadının, eve sığınmış canlı kanlı gerçek bir kadın olduğunu öğrendikten sonra biraz rahatlayan Jessica, Emily adındaki bu kadının dostları olmasını, ayrıca evde onlarla kalmasını ister. Oradan oraya gezdiğini söyleyen ve elindeki gitarı tıngırdatmakta pek bir hippilik gösteren Emily, bu teklifi seve seve kabul eder.
Nüfusu pek yoğun olmayan ve yalnızca orta yaş üstü amcalardan oluşan kasabada tanımaya değer pek kimse olmayınca, günlerini yakındaki gölde yüzerek ve evin kulesindeki çatı katında, evin ilk sahiplerinden kalan eşyalara bakarak geçiren Jessica, bir süre sonra kuledeki aile fotoğrafında görünen genç kızın gelinliğiyle nehirde boğulduğunu öğrenir. 1860 yılında meydana gelen bu olay sonrası Abigail olarak bilinen kızın izine rastlanmamıştır. Kasabadaki söylenti Abigail’in artık bir vampir olduğudur. Jessica’nın ne duyduğu sesler ne de gördüğü görüntülerin sonu gelmezken fotoğraftaki Abigail fenomeni ile Emily’i özdeşleştirmesi de hoş olmuştur. Emily aslında kimdir? Dost mudur düşman mıdır? Ya Jessica? Gerçekten gerçekleri mi görmektedir? Yoksa kabuslarla mı boğuşmaktadır. Finale doğru gerçekler bir bir açığa çıkarken, tıpkı Jessica gibi seyirci de kabusla gerçeği ayırt edemeyeceği, ucu açık bir sona doğru sürüklenecektir. (Yeterince dramatik oldu mu?)
Kimine göre dönemin toplumsal alegorisi, kimine göre akıl sağlığı pek yerinde olmayan bir kadının gel-gitleri. Ama her şeyden önce ince örülmüş bir gerilim Let’s Scare Jessica to Death. Hemen hemen hepsi tiyatro kökenli oyuncuları ile özellikle Jessica rolündeki Zohra Lampert ile göze batmayan bir seyir sunan filmde, Jessica’nın gel-gitleri esnasında bazı mimiklerini Türkan Şoray‘ın yaramaz mahçup kız rollerindeki kirpik kırpıştırmalarına benzetmek olası. Her ne kadar bu mimikleri pek sempatik bulmasam da siz sevgili okuyucuların şerrinden korktuğumdan fazla abartmıyorum.
O değil de beni aslında filme çeken şeyin ismi olduğunu inkar edecek değilim. Zira isimlerinde kadın isimlerini barındıran filmlere acayip bir sevgim var. Misal What have you done to Solange? ya da Perche Quelle Strane Gocce di Sangue Sul Corpo di Jenifer? gibi soru kalıplı ve filmin kendisinden uzun filmlere hastayım. Ama dilerseniz bu başka bir yazının konusu olsun. Sizleri Let’s Scare Jessica to Death’e adanmış güzel bir internet sayfasıyla başbaşa bırakırken kimse ödünüzü patlatmasın inşallah sevgili okurlar…
Yönetmen: John D. Hancock
Senaryo: Lee Kalcheim
Oyuncular: Zohra Lampert, Barton Heyman, Mariclare Costello, Kevin O’Connor
Yapım: 1971, Amerika, 89 dk.