Bir yönetmenin filmografisindeki en iyi filmler, o yönetmenin neyi iyi becerdiğini gösteririr. Guy Ritchie’nin iyi becerdiği şeyleri görmek için şu filmlere bakmak gerekir: Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana (Lock, Stock and Two Smoking Barrels-1998), Snatch (Kapışma-2000) ve RocknRolla. (Hatta hayli zorlayarak da olsa “bir” kurgu ve entrika canbazlığı olarak Revolver – 2005)
Ege Görgün (Landlord)
Ritchie’nin alametifarikası sayılabilecek bu filmlerde biz sinemaseverleri mest eden bir kıvam yakaladığında hemfikiriz herhalde. O kıvamı bir analiz etmeye çalışalım şimdi. En önemli ve Ritchie’nin en iyi kullandığı malzemeden başlayalım: Erkeklerarası Kankalık Müessesi. Ritchie o kadar güzel “kankalık” ortamları yaratıyor ki, kendimizin o ortamın bir parçası gibi hissediyoruz. O ortamın çağrısına kulak vermemek mümkün değil çünkü vadettiği şey kankalarla takılırken oynadığımız playstation ya da kağıt oyunlarından, rakı muhabbetinden aldığımız keyfin birebir aynısı.
Eğlenmediğiniz bir kanka meclisi hatırlıyor musunuz? Dolayısıyla Ritchie filmine yedirdiği “kankalık müessesi” ile müthiş bir maço eğlencesini garanti altına alıyor. Evet, kadınlar hem hikayede hem de salonda dışlanmış gibi görünebilirler, ama erkeklere has kanka meclisini izlemenin bile keyifli olduğunu sonunda kabul etmek zorunda kalıyorlar. Zaten –burada lafım kadınlara- kankalarından koparılmış bir erkek inanın artık o aşık olduğunuz erkek değildir. İlk baştaki zafer duygunuz yakında yerini pişmanlığa bırakır, ardından kankalarının yanına gitmesi için siz kovalarsınız onu.
İkinci iyi yaptığı Guy Ritchie’nin, doğru enerjiye sahip tipleri bir araya getirmek. Kanka ortamının cazibesini iyice karşı konulmaz yapmasının yanında, bu enerji filmi de yürüten yakıt oluyor. Yan karakterlere de gereken önemi verip benzer titizliği gösteriyor Ritchie. Stereotipler yerine bir karakteri, bir geçmişi olan gerçek kişiler yaratıyor.
Üç numarada, seyirciye saygı duyması var. Aslında bu, onun seyirciden daha zeki olduğunu söylemenin bir başka -daha kibar- yolu tabi. Seyircinin onun entrikalı, sürprizli kurgularında her seferinde tuzağa düşmesi bu yüzden. İşleri içinden çıkılmaz hale sokup kahramanlarını köşeye sıkıştırmak konusunda Ritchie’nin üstüne yönetmen yok. Yaratılarına karşı gerektiğinde gayet acımasız olabiliyor Ritchie. Böylelikle çaresiz kahramanlarını en zorunu denemeye teşvik ediyor ki bu da adrenalini artırıyor.
Bunları niye anlatıyorum peki? Çünkü bunları bilmek, Sherlock Holmes: Gölge Oyunları filminin neden Ritchie’nin en iyi filmleri arasında anılması gerektiğini daha iyi görmenizi sağlayacak. Ardılın öncülünden daha iyi olduğu o nadir sinema durumlarından biri sözkonusu. Ritchie en iyi becerdiği şeylerin hepsini bu filme taşımış. Erkeklerarası kankalık müessesi, Robert Downey Jr., Jude Law gibi doğru enerjiye sahip iki lokomotif tipleme ve sırlarını açık etmeyen, şaşırtmacalarla dolu entrikalı bir hikaye. Öyle içinden çıkılmaz bir durum ki anakarakterine ölmekten başka çare bırakmıyor. Ayrıntılar ekmek kırıntıları gibi geride bırakılıyor ki geri dönerken yolunuzu bulabilin. Geri dönme vakti gelene kadar o kırıntıların ne işe yaradığını bilmiyorsunuz üstelik.
Filmin kusursuza yakın set tasarımları ve sanat yönetimine de şapka çıkarmak gerekiyor. 20. yüzyılın başlarına gittiğinizden kuşku duymuyor, hormonlu – pardon CGI’lı – bir görsellik değil filmdeki.
İlkinde olduğu gibi bu filmde de ağırçekim sahneler var. Hem de biraz daha artmış sanki… Sam Peckinpah ustanın bir bildiği varmış demek ki. Ağırçekimler aksiyon sinemasının ruhuna da, görselliğine de çok uygun zaten. Aksiyon sinemasını her zaman çizgi romanlarla örtüştürürüm, hatta çizgiromanı bu türün öncülü sayarım. Ağır çekimleri izlerken ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gördüm. Kareler ne kadar yavaşlarsa, beyazperdeye yansıyan şeyin eninde sonunda bir çizgiroman olduğu gerçeği o kadar ortaya çıkıyor.
Arthur C. Doyle, Sherlock Holmes’ü bir aksiyon kahramanı olarak yaratmamıştı elbette. Bugüne kadar sinemada, TV’de arz-ı endam eden Sherlock Holmes tiplemelerinin hiçbiri bu derecede aksiyon kahramanı özellikli değildi üstelik hatırladığım kadarıyla. Dolayısıyla onu bu hale getirip inandırıcı kılmak kolay bir iş değildi. Ritchie, Holmes’u kusursuz bir aksiyon kahramanına dönüştürmüş. Onun güçlerini biraz “süper kahraman” seviyesine çıkartmış, sonra dengeyi yeniden sağlayıp onun sıradan bir insan evladı olduğunu unutmamız için de gündelik yaşamını defolarla, zaaflarla doldurmuş.
Ezcümle; Sherlock Holmes: Gölge Oyunları bir olgunluk dönemi çalışması olarak, jeneriğinden müziğine, görselliğinden oyunculuklarına ve hikayesine dört dörtlük bir Guy Ritchie filmi, mutlaka ama mutlaka seyredin.
Sherlock Holmes: Gölge Oyunları
(Sherlock Holmes: A Game Of Shadows)[xrr rating=4/5]
Yönetmen: Guy Ritchie
Senaryo: Arthur Conan Doyle (Sherlock Holmes, Dr. Watson), Kieran Mulroney, Michele Mulroney
Oyuncular: Robert Downey Jr., Jude Law, Rachel McAdams, Kelly Reilly, Noomi Rapace, Stephen Fry
Yapım: 2011 / ABD / 129 dk.